Hürriyet

12 Nisan 2011 Salı

Yalnızlık

Bir insanın yalnızlığı üzerine söylenecek o kadar söz vardır ki! O kadar büyüktür ki yalnızlık. O kadar kalabalıktır ki. Dünyayı dolduran canlılardan uzak bir hayat yaşamak ya da binlerce bedenin arasında olup hiçbirini dinlemeden ilerlemek. Hepsi de, yalnızlığın türleridir. Hapishanelerdeki tek kişilik hücreler bazılarını delirtip kendi isimlerini bile unuttururken, bazılarını da Tanrı'ya dönüştürür... Ama ne olursa olsun, önemli olan tek şey pişmanlıktan arınmaktır. Kendini yalnızlık okyanusuna can simidi olmadan, boğulmak üzere bırakmış bir insan, içindeki dibe sürüklenirken devirdiği her metrede sonsuz huzuru hissetmeye başlamışken, eğer tek bir salise pişmanlık duyarsa yalnızlığından, tek bir salise bile tereddüt ederse tercihinden, işte o an kişinin felaketi başlar. Panik acıyı getirir. Bir kuş gibi suyun içinde süzülen vücudu çirkinleşir, gerilir, kıvrılır, kontrolsüzce kasılır. Ve tercih ettiği yalnızlığın içinde kaybolmaktan korkan insanın en büyük acısı olan deliliğin başladığı noktadır. Daracık, nefesin bile zor alındığı, yerin metrelerce altındaki bir dehlizde, tonlarca havayı hatırlayıp nefes almamaya ve kalp krizi geçirecek kadar büyük bir panik yaşamaya benzer... İçine adım atıldığında girdaba ayak uydurulur. Kendisine çeken dev hortumla uyumlu şekilde dönmek yapılması gereken tek doğru harekettir. Kurumuş bir yaprağın lodosa boyun eğmesi gibi insan da yalnızlığına boyun eğmelidir. Yalnızlığın çelikleşmiş iskeletine karşı çıkmaktansa, onda keşfedilmeyi bekleyen binlerce bilinmeyeni aramaya çalışılmalıdır. Yalnızlık, insanın içindeki gizli mabettir... Benim yalnızlığım ise, hayatım boyunca ürkütücü bir hızla büyümüş ve sosyal denilebilecek bütün yeteneklerimi teker teker yok etmiştir. Bedenimin çevresinde yıllar boyu inşa etmiş olduğum ve yakında kapısını tamamen içeriden kilitlemeyi düşündüğüm yalnızlık katedralim, belki de şimdiye kadar başardığım tek iştir... Sorarlarsa, "Ne iş yaptın bu dünyada?" diye, rahatça verebilirim yanıtını: "Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyarın arasında doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından...

4 yorum:

emoli dedi ki...

"kimsenin bilmediği kuralların işlediği bir felsefedir uykusuzluk.
her uykusuzun kendine ait teorilerle dolu bir evreni vardır.
içinde hiçbir misafir bulundurmayan bir evren.
yaşarken ölmeyi, ölerek yaşamayı sadece uykusuzlar bilir.
gözlerinin altında biriken her küçük torba gördükleri hayallerle doludur.
o her torbada ayrı bir hayal saklıdır, uyanıkken görülen."


Bu Hakan Günday denen adama çok özeniyorum..Nereden çıkıyor bu kitaplar anlamıyorum :)

Gölge dedi ki...

İlk okuduğumda çok kıskanmıştım Hakan Günday'ı, nasıl bir kafadır diye. Yeni kitabı çıkmış bu arada,ama önce elimdeki kitapları bitirmeliyim

emoli dedi ki...

Evet "AZ" da çıkmış..

"Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi."

Bu cümleleri okuduktan sonra almadan yapamadım doğrusu :) Diğer kitaplarda bekleye dursun artıkın :)

Gölge dedi ki...

İçim gitmesin diye okumamıştım. Cümleleri, söyleşileri, ama şimdi içim gitti,edinmeyelim bir an önce :)