Hürriyet

28 Aralık 2010 Salı

68 inci Altın Küre Adayları


16 Ocak 2011 tarihinde yapılacak olan 68nci Altın Küre Adayları açıklandı. Sizin adayınız hangisi


Drama Dalında En İyi Film

Black Swan          
The Fighter          
Inception             
The King's Speech
The Social Network

Müzikal-Komedi Dalında En İyi Film

Alice İn Wonderland
Burlesque
The Kids Are All Right
Red
The Tourist

Drama Dalında En İyi Erkek Oyuncu

The Social Network'taki rolüyle Jesse Eisenberg
The King's Speech'teki rolüyle Colin Firth
127 Hours'taki rolüyle James Franco
Blue Valentine'deki rolüyle Ryan Gosling
The Fighter'daki rolüyle Mark Whahlberg

Drama Dalında En İyi Kadın Oyuncu

Frankie and Alice 'teki rolüyle Halle Berry
Rabbit Hole'deki rolüyle Nicole Kidman
Winter's Bone'deki rolüyle Jennifer Lawrence
Black Swan'daki rolüyle Nathalie Portman
Blue Valentine'deki rolüyle Michelle Williams

Müzikal-Komedi Dalında En İyi Erkek Oyuncu 


Alice in Wonderland'daki rolüyle Johnny Depp
The Tourist'teki rolüyle Johnny Depp
Barney's Version'daki rolüyle Paul Giamatti
Love and Other Drugs'taki rolüyle  Jack Gillenhaal
Casino Jack'teki rolüyle Kevin Spacey

Müzikal-Komedi Dalında En İyi Kadın Oyuncu 


The Kids Are All Righ'taki rolüyle Annette Bening
Love and Other Drugs'taki rolüyle Anne Hathaway
The Tourist'teki rolüyle Angelina Jolie
The Kids Are All Righ'taki rolüyle Julianne Moore
Easy A'deki rolüyle Emma Stone 

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu 


The Fighter'daki rolüyle Christian Bale
Wall Street:Money Never Sleeps'teki rolüyle Michael Douglas
The Social Network'taki rolüyle Andrew Garfield
The Town'daki rolüyle Jeremy Renner
The King's Speech'teki rolüyle Geoffrey Rush

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu

The Fighter'daki rolüyle Amy Adams
The King's Speech'teki rolüyle Helena Bonham Carter
Black Swan'daki rolüyle Mila Kunis
The Fighter'daki rolüyle Meliss Leo
Animal Kingdom'daki rolüyle Jacki Weaver

En İyi Yönetmen

Black Swan filmiyle Darren Aronofsky
The Social Network filmiyle David Fincher
The King's Speech filmiyle Tom Hooper
Inception filmiyle Christopher Nolan
The Fighter filmiyle David O. Russell

En İyi Senaryo

127 Hours filmiyle Danny Boyle, Simon Beaufoy
Inception filmiyle Christopher Nolan
The Kids Are All Right filmiyle Stuart Blumberg, Lisa Cholodenko
The King's Speech filmiyle David Seidler
The Social Network filmiyle Aaron Sorkin

En İyi Orjinal Müzik 


Burlesque filmindeki "Bound to You" şarkısıyla Samuel Dixon, Christina Aguilera, Sia Furler
Burlesque filmindeki "You Haven't Seen The Last of Me" şarkısıyla Diane Warren
Contry Strong filmindeki "Coming Home" şarkısıyla Hillary Lindsey, Bob DiPiero,Tom Douglas,Troy Verges
The Chronicles of Narnia: The Voyage of The Dawn Treader filmindeki "There's A Place For Us" şarkısıyla Hillary Lindsey,Carrie Underwood,David Hodges.
Tangled filmindeki "I See the Light" şarkısıyla Alan Menken,Glenn Slater.

En İyi Animasyon Film 


Despicable Me
How To Train Your Dragon
The Illisionist
Tangled
Toy Story 3


En İyi Yabancı Film


Biutiful (Meksika/İspanya)
The Concert (Fransa)
The Edge (Rusya)
I am Love (İtalya)
In a Better World (Danimarka)

Drama Dalında En İyi Televizyon Dizisi


Boardwalk Empire (2009)
Dexter (2006)
The Good Wife (2009)
Mad Men (2007)
The Walking Dead (2010)


Müzikal-Komedi Dalında En İyi Televizyon Dizisi


The Big Bang Theory (2007)
The Big C (2010)
Glee (2009)
Modern Family (2009)
Nurse Jackie (2009)
30 Rock (2006)



 
 








25 Aralık 2010 Cumartesi

Bu Hafta Gösterimde- Hırsızlar Şehri

Yönetmen ve oyuncu Ben Affleck'in Kızımı Kurtarın'dan (Gone Baby Gone) sonra çektiği ve aynı zamanda başrolü oynadığı film Hammett Ödülü sahibi yazar Chuck Hogan'ın 'Hırsızlar Prensi' adlı romanından uyarlandı. Filmde 4 kişilik bir hırsız grubunun banka soygununda esir aldığı Claire'le olan ilişkileri ve onları hapse atmak için çalışan bir FBI ajanıyla olan mücadeleleri anlatılacak.

Bu Hafta Gösterimde - Tangled

Uzun saçlarıyla ünlü Prenses Rapunzel, tüm hayatını bir kulede sürdürmektedir. Fakat, bir hayduta gönlünü kaptırdığında işler değişir ve hayatında ilk defa onu bulmak için yaşadığı kuleden çıkmak zorunda kalır. Krallığın en çok aranan, en cazibeli haydutu Flynn Rider (Zachary Levi’nin sesiyle), Rapunzel (Mandy Moore’nin sesiyle) tarafından rehin alınınca, bu alışılmadık ikilinin komik macerası başlar.

Bu Hafta Gösterimde - Meet The Parents: Little Fockers

10 yıl ve aşılan sayısız engelden sonra, Greg nihayet asabi kayınpederi Jack’in güvenini kazanır. Fakat para sıkıntısı çeken Greg, bir ilâç şirketinde ikinci işe girdiğinde, Jack’in, en sevdiği erkek hemşireyle ilgili şüpheleri tekrar baş gösterir. Greg evinin erkeği olabileceğini Jack’e kanıtlamak zorundadır. Greg, Jack’in son sınavından geçip ailenin yeni reisi olacak mı, yoksa güven halkası sonsuza dek kırılacak mı?
24 Aralık 2010

Charlie Chaplin nam-ı diğer Şarlo



33 sene önce bugün yani 25 Aralık 1977 tarihinde, sinema dünyasında o dönemin şartlarına göre bir sürü imkansız denilen şeyi başararak, adını sinema dünyasına altın harflerle yazdıran ve ekol haline gelen bir adam hayata gözlerini yumdu.
Asıl adı Charles Spencer Chaplin olan sinema oyuncu ve yönetmeni 16 Nisan 1889da Londra'da doğdu. Her ne kadar otobiyografisinde babasından pek bahsetmesede, şarkı söylemesini ve dans etmesini, her ikisi de müzikhol oyuncusu olan anne ve babasından öğrendi. Sahneyle tanışması ise 8 yaşında iken bir Klog dans gösterisi olan "Eight Lancashire Lads" (Sekiz Lancashire'lı Delikanlı) ile oldu. Bu gösteriden kısa bir süre sonra babasının ölmesi ve annesinin sık sık akıl hastanesine girip çıkmasıyla, Chaplin'in çocukluk hayatı yetimhanelerde ve yatılı okullarda sıkıntıyla geçti.
17 yaşına kadar kimi zaman ufak dans gösterileri bulan, kimi zamanda sokaklarda yatmak zorunda kalan Chaplin'e abisi Sydney, kendisinin de çalıştığı bir vodvil topluluğu olan Fred Karno'da iş buldu.
1913 yılına kadar sayısız müzikhol skecinde oynayan Chaplin o yıl filmlerde rol almak üzere Keystone'un tek makaralık slapstick filmleri yapımcısı Mack Sennett, Chaplin'i Karno turnesi sırasında New York'tayken fark etmişti. 1913 Aralık ayında sinema yaşamına adım atan Chaplin bir daha sahne hayatına dönmedi.
Chaplin, melon şapka, dar bir frak ceketi, bol pantolon, büyük ayakkabılar, bıyık ve bastondan oluşan ünlü görünümünü  rol aldığı "Kid Auto Races at Venice" adlı filmle yarattı. Fakat bu tipin karakteri daha oluşmamıştı. Chaplin komedileri inanılmaz bir başarı sağlamıştı. Bir süre sonra kendi filmlerini yönetmesine izin verildi. Aldığı ücretler astronomik rakamlara ulaştı.
Chaplin'in bu hızlı yükselişi bir ölçüde, filmlerinin pazarlamasında, konularından çok filmde oynayanların önemli olduğu yıldız sisteminin gelişmesinden kaynaklanıyordu. Aslında Pickford, Fairbanks ve başkalarıyla birlikte Chaplin'in perdedeki kişiliğinin halk tarafından büyük bir coşkuyla kabul görmesi de, bu sistemin yerleşmesinde oldukça etkili oldu. Chaplin The Tramp'te (1915;Şarlo Serseri), yarattığı küçük serseri tipini yalnızca eğlendirici değil, aynı zamanda sevimli de kılabilmek amacıyla, sempatikliğinin de altını çizmeye başladı. Kendi filmlerinin hem yıldızı, hem yönetmeni, hem de yazarı olduğu için, Şarlo karekterinin içerdiği anlamları irdelemek için eşsiz bir konumdaydı. 
Eleştirmenlerin tanımıyla "zenginlerin bakış açısından çizilmiş bir yoksul tipi" olarak tanımladığı, Chaplin'in "küçük adam" dediği Şarlo, Easy Street (1917;Şarlo Polis), Shoulder Arms (1918;Şarlo Asker), Yumurcak, Altına Hücum, Şehir Işıkları, Asri Zamanlar ve ilk sesli filmi olan Şarlo Diktatör gibi filmlerde gelişti. Chaplin'in kendi yaşamından çizgiler taşıyan Limelight'ta (1952;Sahne Işıkları) kısa da olsa, yeniden gözüktü.
Chaplin'in çok hareketli bir özel yaşamı oldu. Dört evliliğinin üçü filmlerinin başrol oyuncularıyla, 1918'de Lita Grey ve 1936'da Paulette Goddard'la gerçekleştirdi. 1943'te oyun yazarı Eugene O'Neill'in kızı Oona O'Neill'le evlendi. İlk iki boşanması ve 1944'te kendisine açılan babalık davası sansasyon yarattı. Chaplin 1942'de, savaşta Almanlara karşı ikinci bir cephe çağrısında bulunduğunda gene manşetlere çıktı. Siyasal tavrına yöneltilen saldırıda, hiçbir zaman ABD vatandaşlığına geçmemiş olmasının payı da vardır. Mavi Sakal öyküsünün iğneleyici bir uyarlaması olan Monsieur Verdoux (1947), pek çok çevrenin yanı sıra Amerikan ordusunu da oldukça sinirlendirdi. ABD hükümetinin vergi borcu için sıkıştırması, ayrıca bazı politikacı ve köşe yazarlarının yıkıcı etkinliklerle ilişkisi olduğunu ileri sürmeleri üzerine Chaplin 1952'de ülkeyi terk etti. Geri dönüş hakkının ABD Adalet Bakanlığı'nca soruşturulacağını öğrenince 1953'te Cenevre'de bu haktan vazgeçtiğini açıkladı.
Bundan sonra ailesiyle birlikte İsviçre'de Vevey yakınlarında Corsier-sur-Vevey'de yaşamaya başladı. 1957'de Londra'da yaptığı A King in New York (New York'ta Bir Kral), Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komitesi'ne, anlamsız televizyon reklamlarına ve Amerikan tarzı yaşamın başka yanlarına yönelik eleştirilerle dolu bir komediydi. Film, Chaplin'in özellikle reddettiği komünizm yanlılığı suçlamalarının artmasına yol açtı. 1966'da başrollerini Marlon Brando ve Sophia Loren'in oynadığı, kendisinin de hem senaryosunu yazdığı, hem de küçük bir rolde göründüğü A Countess from Hong Kong'u (Hong Konglu Kontes) çekti. 1972'de kendisine verilen özel Oscar ödülünü almak üzere ABD'ye gitti.

19 Aralık 2010 Pazar

Günlükten Notlar 24

* Merhaba
* Her yağmur yağdığında "Hiç kimsenin, yağmurun bile, böyle küçük elleri yoktu", her fırtına çıktığında "Fırtınam, felaketim, hasretim",her kar yağdığında "Karlar düşer, düşer düşer ağlarım, hep ismini hep ismini anarım" diye bağırarak şarkı söyleyesim gelir ama bir çok insanı sesimle kaçıracağımdan dolayı mırıldanmakla yetinirim.
*Sene bitiyor, her yerde 2011 yılı size neler getirecek haberleri ile karşı karşıyayım birde işim gücüm yok okuyorum ama ünlü olacağımdan hiç bahsetmiyor, sıkılıyorum. Hüzün çöküyor üzerime. Bir de aklıma şu takıldı, burcum ikizler, yükselen burcum da ikizler, bu durumda dördüzler olmuyor muyum ben?
*”Yılbaşında kırmızı donun uğur getirdiği hurafedir, Müslümanın hurafeye inanması tehlikeli ve Allah'a şirk koşmaktır.” imza "Bolu Müftüsü". Bu bir hurafe gerçekten. Nerden mi biliyorum, Ben denedim olmadı, %100 çalışıyor.
 *"Beni Mahsun'la değil Chaplin'le kıyaslayın" lafı, yeni filminin gösterime girmeye hazırlayan Özcan Densiz'e ait.1913 yılında sinemaya atılan ve dönem koşulları altında, yapılamaz, imkansız, denen birçok şeyi çekip başaran, adını altın harflerle Dünya sinema tarihine yazdıran Charles Chaplin ile kıyaslanmak kimseye düşmez bence, düşmemeli. Böyle bir kıyaslamanın lafını etmek bile ayıp bence.
*TBMM İçişleri Alt Komisyonu'nun pompalı tüfek sahibi olmak için yaş sınırını 18, diğer silahlar için 21 olarak belirleyen raporu ne güzel değil mi? Yasa tasarısı meclisten geçerse herkes 5 silah sahibi olacak. Hep beraber söylüyoruz " Burası Teksas Türkiyeeeee". "Biz burda yabancıları sevmeyiz, çeker vururuz, yabancı!"
*Yumurtayı ruhsata bağlasınlar bence. En etkili silah yumurta hatta yumurta ağır silahlar kategorisine sokulsun. Bakkaldan her yumurta alan takip edilsin. Eve mi gidiyor, mitinge mi diye? Bekara, öğrenciye de yumurta verilmesin.
*“Faceebook, Twitter gibi ahlaki değerleri çürüten etkili ağlar insanları birbirine düşman ediyor.”(Yeni Dinayet İşleri Başkanı) Çok ahlaksızım sanırım ben, düşmanım yok ama Facebook hesabım, twitter hesabım, blogum, birkaç sitede üyeliğim var. Acaba ahlaki değerlerim ne kadar çürümüştür, dost dost diye nicesine sarıldıklarım düşman mıdır?
*Parasız eğitim isteyen, birkaç yüz liralık okul harcını ödeyemeyen öğrencilere, Emre Aköz önerilerde bulunmuş efendim. Tüm devlet üniversiteleri paralı olacakmış, ancak okula giderken ücret ödemeyecek, hayatını kazanmaya başladıktan sonra ödeyecekmiş. Ödeme süreci, öğrencinin (diyelim ki) borcunun 10'da biri kadar ücret almasıyla başlayacakmış. Yani 50 bin lira borcu olan, 5 bin lira kazanmaya başladıktan sonra ödeme yapacakmış. Söyleyin bakayım, hanginiz 5 bin lira maaş alıyorsunuz. Söyleyin söyleyin çekinmeyin. Adam koskoca (hakikatten kocaman yalnız) köşe yazarı olmuş. Birşey biliyor ki yazıyor. 5 bin lira maaş alanlar, biraz çıkma yapsanıza bana, maaşım yükselince öderim. Söz.
*Öperim hepinizi. İyi bakın kendinize.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Günlükten Notlar 23

Kafir olup azanı
   Eski düzen bozanı
      Haklamak için azanı
    Kaynatalım kazanı
*Merhaba
*”Bu kimyanın bozulmasını istemediğim için güçlü kalmayı tercih ediyorum. Nuh devri zamanlarından insanlar seyahatler için helva yaparlarmış. Yolda tapınma ihtiyacı olur, helvadan put yapar, ona tapınmaya başlarlarmış. Acıktıkları zaman da onu yerlermiş. Şimdi ben kadına hak ettiğinden fazlasını vermenin yanlış olduğu noktasındayım. Yani helvayı alıp, put yapıyorsun. Sonra ona tapıyorsun, acıkınca yiyorsun. Bunu yapma. Ama helvaya değer ver, senin nimetin o. Şimdi yanlış anlaşılmasın, kadını helvaya benzetiyormuşum gibi de olmasın…” Bu laflar şimdilerde reklamlarda, evlilik hazırlığı yapan, kurtlar vadisi patronu Necati Şaşmaz’a ait efendim. Ben anlamadım, kadın, put, helva,. Kadını helvaya mı benzetmiş. Yok, değil sanırım, helvaya benzetiyormuş gibi olmasın, demiş. Helvadan kadın mı yapıp ona tapıyormuş, acıkınca yiyormuş. Okudum okudum anlamadım. Yardım edin.
*Geçtiğimiz haftalarda NASA uzayda yaşam izleri bulduklarını söylediğinde, herkes ekran başına kilitlendi, NASA’nın açıklamasını dinlemek için. Sonuçta fos çıktı. Efendim ben burdan NASA’ya bir öneri yapmak istiyorum. Mustafa TOPALOĞLU’nu bir de Erol BÜYÜKBURÇ’u incelesinler. Uzaylı olabileceklerini düşünüyorum. Hatta Hande YENER’in, Erol BÜYÜKBURÇ’un uzaylı sevgililerinden birinden olan,  çocuğu olabileceğini düşünüyorum. Araştırsın NASA, efendim
*”Wikileaks ile yatıp kalktık.” Geçen Star Haber’de vatandaşa sordular, nedir? diye. Kimi kestane dedi, kimi devlet dedi. Kimi marka dedi, kimi eşofman dedi Bile okuma yazması bilen bir amcaydı. Evet vikiliksle yatmış kalkmışız. Nedir vikiliks? Viks’in kardeşi’dir.
* Belgelerin sızdırılmasına ön ayak olan vikiliksin patronu, geçtiğimiz günlerde tutuklandı. Sonra temyize kadar gözaltında kalmasına karar verildi. Ama ayıp ya, sen sofra kuralım diyip içir millete, içmeyenlerin meyve suyuna alkol katarak, çaktırmadan sarhoş et. Ondan sonra tüm Dünya’ya milletin sırlarını ifşa et. Ayıp, ayıp, sana yapsalar hoşuna  gider mi Assange?
*Okuduklarım; Emrah Serbes’ten Erken Kaybedenler, Elif Şafak’tan Firarperest, Kaan Sezyum’dan Oh Yes. İzlediklerim, Balıkçı Kral, Arizona Rüyası, Metropia, Mr Nobody, Harry Potter.
*Matematiğin Püf Noktaları. Gerekli Rakama Nasıl Ulaşırsınız?Yazan: Devlet BAHÇELİ.
*Işınla beni Skati. Bu arada şşt NASA, uzaylılar benim evimde kalıyor.
*Isınalım haydeee. http://fizy.com/#s/1ah00h

Bu Hafta Gösterimde - Karanlık Cennet

Gaspard ve Marion buldukları cep telefonunu sahibine vermek istediklerinde, adamın intihar ettiğine şahit olurlar ve olay yerinde Audrey isimli gizemli bir kızla tanışırlar. Audrey, Gaspard'ı Black Heaven adlı bilgisayar oyunuyla tanıştırır. Gaspard yarattığı yeni kimlikle, kendini bu gizemli sanal dünyanın içinde, tehlikenin tam ortasında bulacaktır.
17 Aralık 2010

Bu Hafta Gösterimde - Ateşle Oynayan Kız

Gizem ve aksiyon, Stieg Larsson'un Millenium dizisinden uyarlanan Ejderha Dövmeli Kız filminin devamında da sürüyor. Türkçe'ye aynı adla kazandırılan ikinci kitabın sinema uyarlamasında Noomi Rapace, ilk filmdeki gibi yine asosyal, saldırgan, gizemli, dövmeli hacker Lisbeth Salander'i canlandırıyor. Lisbeth, kendini taciz eden vasisi Bjurman'ın dersini verdikten bir yıl sonra Stokholm'e döner. Bir süre sonra önce bir gazeteci, sonra onun kız arkadaşı, ardından da Bjurman vahşice öldürülür. Elbette bütün gözler Lisbeth'in üzerine çevrilir. Eski dostu, suç ortağı Mikael Blomkvist onu temize çıkarmaya çalışırken, hem bir cinsel suçlar ağı hem de derin bir komployla karşı karşıya gelirler.
17 Aralık 2010

Bu Hafta Gösterimde - Başımıza Gelenler

"Başımıza Gelenler" adlı romantik komedide, Katherine Heigl, geleceği parlak bir "catering" uzmanı Holly Berenson'ı, Josh Duhamel da bir TV kanalında çalışan yetenekli spor direktörü Eric Messer'ı canlandırıyor. Korkunç bir ilk buluşmadan sonra tek ortak noktalarının birbirine olan nefretleri ve vaftiz kızları Sophie'ye olan sevgileri olduğunu keşfediyorlar. Ama, aniden Sophie'nin hayatta tek sahip olduğu ebeveynler olduklarında, Holly ve Messer farklılıklarını bir kenara bırakmak zorunda kalırlar. Yeni kariyer hedefleri ve yoğun sosyal hayatları arasında gidip gelirken, aynı çatı altında yaşayabilmenin de bir yolunu bulmak zorunda kalırlar.
17 Aralık  2010

Bu Hafta Gösterimde - Şenlikname Bir İstanbul Masalı

Sultan'ın biricik kızının saraydan kaçırılması ile başlayan inanılmaz macera, İstanbul'un 3000 yıllık efsanevi mekânlarında amansız bir mücadeleye dönüşüyor. Saf mehtercilerin, eski korsanların, Saray muhafızlarının, masum mekanikçilerin karıştığı macerayı anlatan bir Şenlikname albümünün sayfaları içinde sıcak bir aşk öyküsü doğuyor.
17 Aralık 2010

17 Aralık 2010 Cuma

Bu Hafta Gösterimde - Çakal

İstanbul'un yoksul mahallelerinden birinde yaşayan Akın'ın hayatı, annesinin ölümüyle şekil değiştirmeye başlar. Çalıştığı marangoz atölyesinden çaldığı parayla yeni bir hayat kurmayı plânlarken, sevgilisi Deniz'in bu plânı saçma bulup onu terk etmesi, arkadaşı İdris'in yaptığı teklifi kabûl etmesine sebep olur. Bu teklif ona yeni bir başlangıç fırsatı sunar. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Akın'ın, gerçek dünyadaki umursamaz ve korkusuz duruşu, patronun gözünden kaçmaz. Fakat bu yeni başlangıç yeni düşmanları da beraberinde getirir.
17 Aralık 2010

Bu Hafta Gösterimde - Çakallarla Dans

Muhasebeci Servet, şirketin internet hesapları üzerinden para çalmak için plân yapar. Parayı yakın arkadaşı Gökhan'ın hesabına aktarıp suçu onun üzerine yıkacaktır. Diğer iki arkadaşı da plânın figüranı olacaklardır. Ancak işi ellerine yüzlerine bulaştırırlar. Kısa yoldan para kazanmak uğruna giriştikleri iş onları, akıllarına bile gelmeyecek çılgın ve eğlenceli bir serüvene sürükler
17 Aralık 2010

Kaybedenlerin Şarkısı


Ölü biri olarak geldim dünyaya
Ölü bir doğum
Onlar, Yaşadın!diyor
Vatanı sev!Şeytanı inkat et!
ve vergini öde!
Oysa ben
Otuz küsür yıl boyunca
beni seyreden herkese
yaşayan bir insan taklidi yaptım.
Şimdi rakı bassam yarama
Yarın penceremde hiç kullanılmamış
bir Akdeniz bulur muyum?
Hangi dinin mabedime saklansam kurtarır beni
tırnak uçlarımla onların kükürtünü solumaktan?
Ve nasıl bir cinayet işlesem de
makul nedeni karşısında şaşırıp kalsa Tanrı
Yorgunum
yorgun olduğum gecelerde
karanlık adamlarla
karanlık odalara kapanıp
esrar içiyoruz
bu ülkenin işimize yaramayan anayasasına karşı.
Sen benim yoldan çıkmamı bırak
ellerimi çok yalnız bıraktılar
ve zamanla
yolları da haritadan çıkarmanın ustası oldum.
Ellerimi çok yalnız bıraktın.
Seni unuttum!Çoktan unuttum!
Unutamadığım sadece birşey var
O da sende unuttuğum çocukluğum...
                                                     
                                                            Jan Ender Can

15 Aralık 2010 Çarşamba

...

Yanyana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar. 
ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar.
ve sırf dardı diye kafalar, düşünmeyi bırakıp sevmeyi denedik, 
sarılmak yakar bizi deyip aşkı hep uzaktan sevdik ...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Metropia

"Herkesin kaderini biribirine ören kriz, yine de bireyi kendi yıkıntısı içerisinde yalnız bırakmaya devam ediyordu."

Daha önce İf film festivalinde gösterilmiş olan ve bizi son derece gerçek bir dünyaya taşıyan, Guantamo hapishanesinin anlatıldığı Gitmo filmiyle tanıdığımız Tarık Saleh'in ilk uzun metraj filmi Metropia. Animasyon tekniği kullanarak gerçek fotoğraflar kullanıp, gri ve mavi tonların kullanıldığı karanlık bir atmosferde kendi dünyasını yaratıyor Tarık Saleh.

Bıçak Sırtı ve 1984 gibi distopya filmlerin izini süren Metropia, açgözlülüğün hüküm sürdüğü ve baskıcı tüketim toplumunun portresini çiziyor.

2009 Venedik Film Festivali: Geleceğin Film Festivali Dijital Ödülü ve Stocholm Film Festivali: En İyi Müzik Ödülü alan filmlerin seslendirme kadrosunda Vincent Gallo,Stellan Skarsgaard,Juliete Lewis,Alexander Skarsgaard vardır

Film, 2024 yılında geçer. Petrol kaynakları tükenmek üzeredir ve her tarafta gözetleme kameraları vardır. Tüm şehirler birbirine, yeraltından geçen büyük bir metro istasyonuyla birbirine bağlanmıştır. Kahramanız Roger, yeraltından korkutucu atmosferinden ürperdiği için bisikletle işe gelip gitmektedir. Roger'ı birçok şey ürpertmekte.
Kapitalist sistemin doruk noktasına ulaştığı bu tarihte, bir şirket, zaman-mekan sıkışmasının taşeronluğunu üstlenmiş, dünyayı metro ağlarıyla birbirine bağladıktan sonra, insanların saçlarını anten olarak kullanan ve beynine nüfus eden şampuanlar üretmiştir. İnsanlar kafasının içini çaktırmadan bulandırmakta ve insanları tüketime yönlendirmektedir.
Bu duruma seyirci kalamayan patronun kızı ve kafasının içinden duyduğu seslerle paranoya başladığını düşünen Roger, ortak hareket ederek bu sistemi yıkmaya ve unutulmuş günlere tekrar kavuşmaya çalışırlar.

26 Kasım 2010 Cuma

Günlükten Notlar 22


*Merhaba
*Türk'ün angusla imtihanı bitti. Fakat pekte başarılı olduğumuz söylenemez. Neden?Çünkü  anguslar yabancı, ortaokul İngiilizce'sini anlamıyorlar. Angus alacaksan, yabancı dil bileceksin.Yabancı dil bilmeden, angus alırsan, sınıfta kalırsın.
*Bu bayram kimseden nerde eski bayramlar dediğini duymadım. Nerde eski bayramlar diyen insanlar nerdeler?
* Rüyamda Ağaoğlu'nu gördüm. Reklamlarda benimle oynamak istiyormuş. Hem de 5 para almadan. 
*"New York'ta 5 Minare'yi izledim sanırım olay New York'ta geçiyor" diyen Nihat Doğan'a saygılarımı ve alkışlarımı gönderiyorum efendim. Adamımsın.
* "Su akar Türk bakar" lafını bir türlü anlayamadım. Su akar, bakarız, bulaşık yıkarız, yıkanırız. Su rahatlatır. Dertleri akıtır, götürür. Yabancıların pek suyla işi olmuyor herhalde.
*Bulaşık yıkarken deşarj olduğumu farkettim. Sinirlendiğimde, sürekli bulaşık yıkıyorum.
*Hüseyin Üzmez, mahkemeye götürülürken pantolonu düşmüş. Evet onun suçu yok, pantalonda suç. Adamın pantolonu düşüyorsa bu onun suçu mu?Hüseyin Üzmez'in suçu ne?
*Bana, bilgisayara power suply'nin takılması için 50$+kdv fiyat veren sevgili arkadaşım M., oturduğum mahalledeki markette, power suply'nin fiyatı 30 lira, kdv dahil. Nasıl market o öyle demeyin. Öyle bir market işte.
*Okuduklarım, tekrar İskender Pala'dan Katre-i Matem, Elif Şafak'tan Firarperest, Attila Şanbay'dan Aynadakiler. İzlediklerim, Lars Von Trier'den Avrupa.
*Fatmagül'ün suçu ne dizisindeki çok tartışılan sahnelerden sonra, devlet bakanımız Aliye Kavaf, kararını verdi. "Dizi senaristleri sapık" Peki dizi senaristlerimiz sapık. Fatmagül'ü giydir oyunlarını yapanlar nedir? Ya da doğruluğu tartışılır bir gazetenin verdiği reklam nedir?  "Fatmagül'ün şişme bebeği çıktı. İster yanında yat, ister tecavüz et"
*Kıvanç Tatlıtuğ, seneler öncesinin uzun saçlı ve makyajlı fotoğraflarını görmekten sıkılmamış mıdır acaba? Ben sıkıldım, "Onu hiç böyle görmediniz" haberlerinden. 
*Üçtür rüyamda evli olduğumu görüyorum. Ama eşimin yüzünü görmüyorum. Rüyalarıma giren kadın, göster artık yüzünü de bileyim kim olduğunu.
*Tertemiz bir dünya için sabah akşam fırçala fırçala http://fizy.com/#s/1lw5tl
 










24 Kasım 2010 Çarşamba

Trajediyi Komediye Çeviren Adam


"Arizona Dream" ile tanımıştım Kusturica'yı. Daha sonra "Times of Gypsies" geldi. Peşinden diğerleri. Seyrettikçe hüzünün içine neşe katmayı becerebilen bir adam gördüm.
1954 Saraybosna doğumlu Emir Kusturica, sinema eğitimini Çekoslovakya Prag sinema okulunda tamamlamış, 73te başlayarak önce kısa filmler ardından Sarayova televizyonu için televizyon filmleri çekmiştir. 1981 yılında ilk filmi "Dolly Bell'i hatırlıyormusunu çekerek, Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan'ı aldı ve bundan sonra Kusturica filmlerinin hemen hemen hepsi en az 1 ödül aldı. İkinci filmi "Babam İş Geziainde" ile Altın Palmiye aldı ve "Çingeneler Zamanı" filmiyle en iyi yönetmen olarak ününe ün kattı.
Daha sonra hiç değiştirmediği görüntü yönetmenini v bestecisi Goran Bregoviç'i de alarak Amerika'ya gitti ve " Arizona Dream" i çekti. Arizona Dream ile de Berlin Film Festivalinde Gümüş Ayı'yı ve özel juri ödülününi aldı.
1995 yapımı Underground ile ise de adeta bir efsaneye dönüştü ve ikinci Altın Palmiyesi'ni aldı.1998 yapımı Ak Kedi Kara Kedi filmi ile de yine aynı yıl Venedik Film Festivalinde Gümüş Aslanı aldı.
Kusturica filmleri genellikle çingenelerin yaşamını konu alır ve filmlerinde tanınmamış çingenelere önemli roller verir. Onların renkli yaşamlarını ve özgürlüğünü filmlerine konu ederek, traji-komik olaylarla yansıtır.
Kusturica filmlerinin yanısıra skandallarıyla da tanınan bir yönetmendir. 1993 yılında Sırbistan'ın aşırı milliyetçi lideri Vojislav Seselj'i düelloya davet etti - Belgrad'ın merkezinde, güneşin tam tepede olduğu saatte, Seselj'in seçtiği bir silahla. Seselj, Kusturica'nın bu davetini "bir sanatçının ölümüne neden olmakla suçlanmak istemediği" mazeretini ortaya atarak duelloyu reddetti. Kusturica, 1995 yılında da Belgrad Uluslararası Film Festivali'nde Yeni Sırbistan Hakları Hareketinin lideri Nebojsa Pajkic'i yumruklayarak yere devirdi.
Filmleri;
* Dolly Bell'i Hatırlıyor musun?, 1981
* Babam İş Gezisinde, 1985
* Çingeneler Zamanı, 1989
* Arizona Rüyası, 1993
* Yeraltı 1995
* Kara Kedi Ak Kedi, 1998
* Süper 8 Öyküleri, 2001
* Hayat bir Mucizedir, 2004
* Bana Söz Ver, 2007
1988 yılında Columbia Üniversitesi'nde yönetmenlik dersleri vermeye başlayan Kusturica, bir süre "Zabranjeno Pusenje" ya da diğer adıyla "Emir Kusturica & No Smoking Orchestra" adlı grupta bas gitar çaldı. 2001 yılında çektiği "Super 8 Stories / Süper 8 Öykü" adlı belgesel film, bu orkestrayı konu alıyordu.


Japonya'nın Son İmparatoru


"İyi bir yönetmen, iyi bir senaryo ile başyapıtlar üretebilir; aynı senaryo ile vasat bir yönetmen, ancak sıradan bir film yapabilir. Fakat kötü bir senaryo ile çok iyi bir yönetmen bile iyi bir film yapamaz. Bir sinema özdeyişine göre , kamera ve mikrofon , yangını ve suyu birlikte geçmelidirler. gerçek bir film ancak böyle yapılabilir ve güç büyük ölçüde senaryodadır." Akira KUROSAWA
Gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden olarak görülen ve İmparator lakaplı Akira Kurosawa 23 Mart 1910 da doğmuş, 6 Eylül 1998 de ölmüştür. İki büyük dünya savaşını gören ve atom bomabası felaketini yaşayan Kurosawa, kararan dünyada ve gittikçe kendine yabancılan insanda duyarlılıklarının ölmediğine inanmış ve filmlerinde heo bu umut ışığı beslemiştir. Batı dünyasını kıskandıran nitelikte filmlere imza atmış, düşük bütçeli filmlerde bile dehasını ortaya koymuştur.
1936 yılında sinema endüstrisine adım atan Kurosawa, önce PLC şirketinde yardımcı yönetmen olarak işe başladı.ilk uzun metrajlı filmi Sugata Sanshiro için yinetmen olarak 1943 yılında kamera arkasına geçti fakat film sansüre uğradı. Japon hükümetinin kontrolünde çektiği filmlerde milliyetçi temalara rastlanıyordu. Batı dünyasının adını duymasını sağladığı film ise ona Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülü almasını sağladı ve bu film bir haydutun ormanda bir samurayı öldürüp karısına tecavüz etmesi sonrası, haydutun, samurayın, tecavüze uğrayan kadının ve tüm bunları izleyen oduncunun olayı farklı açılardan anlattıkları film olan Rashomon'du. Bu filmle gerçeğin göreceli olduğunu gösterdi ve yeni çekim ve anlatım teknikleriyle Kurosawa'ya uluslararası alanda başarı getirdi.
60'ların sonunda Tora Tora Tora adlı filmle Hollywood'a giden yönetmen, filmi yarım bırakarak ülkesine döndü. 70'lerin ortalarında Sovyetler Birliği'ne giden Kurosawa, Rus bir subayla Moğol bir avcı arasında yüzyılın başında geçen bir dostluk öyküsünü anlatan Dersu Uzala filmini çevirdi. Film 1976 yılında en iyi yabancı film Oskar'ını aldı .
Filmografisi:
Sugata Sanshiro (Büyük Judo Efsanesi) (1943) Judo Saga
The Most Beautiful (En Güzel) (1944) Ichiban utsukushiku
Zoku Sugata Sanshiro (Büyük Judo Efsanesi II) (1945) Judo Story II
The Men Who Tread On the Tiger's Tail (Kaplan'ın Kuyruğuna Basanlar) (1945) Tora no o wo fumu otokotachi
Asu o tsukuru hitobito Those (Who Make Tomorrow) (1946)
No Regrets for My Youth (Gençliğime Hayıflanmıyorum) (1946) Waga seishun ni kuinashi
Wonderful Sunday (Harika Pazar) (1947) Subarashiki nichiyobi
Drunken Angel (Sarhoş Melek) (1948) Yoidore tenshi
The Quiet Duel (Sessiz Düello) (1949) Shizukanaru ketto
Stray Dog (Kuduz Köpek) (1949) Nora inu
Scandal (Skandal) (1950) Shubun
Rashômon (1950)
The Idiot (Budala) (1951) Hakuchi
Ikiru (Yaşamak) (1952) Living
Shichinin no Samurai (Yedi Samuray) The Seven Samurai (1954)
Ikimono no kiroku (Record of a Living Being) (1955)
Throne of Blood (Kanlı Taht) (1957) Kumonosu jô
The Lower Depths (Ayaktakımı Arasında) (1957)
The Hidden Fortress (Saklı Kale) (1958) Kakushi toride no san akunin
Warui yatsu hodo yoku nemuru (The Bad Sleep Well) (1960)
Yojimbo (Koruyucu) (1961) The Bodyguard
Sanjuro (1962)
Tengoku to jigoku (High and Low) (1963)
Red Beard (Kızıl Sakal) (1965) Akahige
Dodesukaden (Clickety-Clack) (1970)
Dersu Uzala (1975)
Kagemusha (Gölge Savaşçı) (1980) Shadow Warrior
Ran (1985)
Dreams (Düşler) (1990)Yume
Rhapsody in August (Ağustos'ta Rapsodi) (1991) Hachi-gatsu no kyôshikyoku
Madadayo (Not Yet) (1993)

Yeşim Ustaoğlu


18 Kasım 1960 Sarıkamış-Kars doğumlu Yeşim Ustaoğlu, öğrenimi Mimarlık bölümünde yaptı. Mastırını restarasyon alanında yaparken, bir taraftan da muhabir olarak çalıştı.

İFSAK'ın dergisine yazılar yazan Yeşim USTAOĞLU, sürekli film izledi ve en sonunda film çekmeye karar verdi. İlk kısa metraj filmi olan "Bir Anı Yakalamak" ile 1984 yılında İFSAK Kısa Film Yarışmasında ödül aldı. ikinci kısa filmi "Magnafantagna" ile Oberhausen ve Chicago film festivallerine katıldı. "Düet" 1991 yılında Yunus Nadi Kısa Film Yarışması'nda birincilik ödülü aldı. 1992 yılında Hotel isimli kısa filmi yönetti. Hotel, 14. Akdeniz Montpellier Festivali Büyük Ödülü alarak aynı yıl büyük ilgi topladı.
1994 yılında yaptığı ilk uzun metraj filmi "İz" ile 14. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde En İyi Türk Filmi Ödülü aldı. "İz", Moskova ve Gotenburg gibi festivallerde de gösterildi.
Ama Yeşim Ustaoğlu'nun büyük ölçekte başarı elde eden ve uluslararası alanda asıl tanınmasını sağlayan ise ikinci uzun metraj filmi "Güneşe Yolculuk" oldu. Bu filmle Berlin Film Festivali'nde yarıştı ve Mavi Melek ödülünü ve Barış Ödülü'nü aldı. En İyi Film, En İyi Yönetmen, FIPRESCI Ödülü ve Seyirci Ödülü'nü alarak, İstanbul Festival'inde hemen hemen bütün ödülleri aldı.
2004 yılında Bulutları Beklerken'i çekti ve Bulutları Beklerken'i çekerken çekim sürecini Sırtlarındaki Hayat adlı belgeselle anlattı.
Filmlerinde hep bir yolculuk ve arayış hikayesini anlatan Yeşim Ustaoğlu, son filmi yine bir yolculuk hikayesi olan Pandora'nın Kutusu dur.
Ödüller
-11. Orhan Arıburnu Ödülleri, 2000, Güneşe Yolculuk, Mahmut Tali Öngören Jüri Özel Ödülü
-18. İstanbul Film Festivali, 1999, Güneşe Yolculuk, En İyi Türk Yönetmen
-11. Ankara Film Festivali, 1999, Güneşe Yolculuk, En İyi Yönetmen
-11. Ankara Film Festivali, 1999, Güneşe Yolculuk, Onat Kutlar En İyi Senaryo Yazarı
-23. İstanbul Film Festivali, 2004, Bulutları Beklerken, Jüri Özel Ödülü
-14. İstanbul Film Festivali, 1995, İz, En İyi Film
-56. San Sebastian Film Festivali 2008 Pandora'nın Kutusu, En İyi Film
-Uluslararası Fajr Film Festivalinde ‘Kristal Simurg Jüri Özel Ödülü Pandora'nın Kutusu
-9. Boston Turk Film ve Muzik Festivali, 2010, Pandora'nin Kutusu, En İyi Film
Filmleri:
Yönetmen olarak
* Bir Anı Yakalamak 1988
* Magnafantagna 1989
* Düet 1990
* Otel 1992
* İz 1994
* Güneşe Yolculuk 1998
* Bulutları Beklerken 2003
* Sırtlarındaki Hayat 2004 (Belgesel)
* Pandoranın Kutusu 2008
Senarist olarak
* Otel 1992
* Güneşe Yolculuk 1998
* Bulutları Beklerken 2003

Francois Truffaut



Yönetmen, senarist oyuncu ve Fransız Yeni Dalga Akımının öncüsü olan Truffaut, 1932yılında evlilik dışı ilişkinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasıyla tanışmadı. Annesi, anneannesi ve üvey babası üçgeninde yetişti. Kitaplara gömülü zor bir çocukluk ve ergenlik geçirdi.
Sinema hayatına "Cahiers du Cinema" dergisinde sinema eleştirmeni ve sinema tarihçisi olarak başladı. 1954 yılında bu dergide yayınlanan ve filmin asıl yaratıcısının yönetmen olduğunu savunan "auteur teorisi" geniş çapta yankı uyandırdı ve bir nesile ilham kaynağı oldu. O dönemlerde kısa filmler yapan Truffaut, ünlü yönetmen Roberto Rosseli'nin asistanlığını yaptıktan sonra kendi 1959 yılında kendi zor geçen ergenliğini anlattığı 400 Darba isimli filmi yaptı. bu film yönetmene en iyi senaryo oscarı ve Cannes'da en iyi yönetmen ödülü kazandırdı. Jean Pierre Leaud'un oynadığı Antonie Doniel karakterine zaman zaman dönerek Doniel'in ergenlik ve yetişkinlik dönemlerini de çekti.
400 Darbenin ticari ve eleştirel başarısı Truffaut'un uluslararası sahada tanınmasını sağladı. 1960 yılında 400 Darbe'den sonra çektiği film "Tirez sur le pianiste" B sınıfı Amerikan filmlerinden esinlenilmiş, zeka ve teknik erdemlerle zenginleştirilmiş karmaşık bir duyarlılık yansıtıyordu.
1. Dünya Savaşı yıllarında iki erkek bir kadın üç arkadaşın öyküsünü anlattığı "Jules ve Jim" ise daha sonradan bazo eleştirmenlerce Truffaut'un en iyi filmi olarak değerlendirilecekti.
Bazı eleştirmenler son dönem filmlerinin, ilk dönemdeki filmlerinin kalitesinin çok altında kaldığını söyleseler de Joseph McBride "Eğer Truffaut ilk eserlerindeki olağanüstü kamera hareketleri, nefes kesen kurgu ve keyif duygusu, daha sonraki filmlerinde daha az belirginse, bunun sebebi anlatım ve tarzda daha bilinçli bir yaklaşım ve duygusal zenginliğin artmasıdır" demiştir.
Truffaut,1973 yılında "La nuite americaine" ile en iyi yabancı film oskarını kazandı.
1984 yılında beyin tümörü yüzünden ölmeden önce "Küçük Hırsız"ı çekiyordu fakat tamamlayamadı. Vasiyeti üzerine filmi Claude Miller beyazperdeye aktardı.
Filmleri
400 Darbe - Les 400 coups (1959): Jean-Pierre Léaud
Piyanisti Vurun - (Tirez sur le pianiste) (1960): Charles Aznavour
Antoine et Colette (1962): Jean-Pierre Léaud
Unutulmayan Sevgili - (Jules et Jim) (1962): Jeanne Moreau, Oskar Werner
Yumuşak Ten - (La Peau douce) (1964): Jean Desailly, Françoise Dorléac
Değişen Dünyanın İnsanları - (Fahrenheit 451) (1966): Oskar Werner, Julie Christie
Siyah Gelinlik - (La mariée était en noir) (1968): Jeanne Moreau, Charles Denner
Çalınmış Buseler - (Baisers volés) (1968): Jean-Pierre Leáud, Claude Jade
Evlenmekten Korkmuyorum - (La Sirène du Mississippi) (1969): Jean-Paul Belmondo, Catherine Deneuve
L'Enfant sauvage (1969): Jean-Pierre Cargol, François Truffaut
Domicile conjugal (1970): Jean-Pierre Léaud, Claude Jade
Les deux anglaises et le continent (1971): Jean-Pierre Léaud
Une belle fille comme moi (1972): Bernadette Lafont, Charles Denner
Güneşte Gece - (La nuit Américaine) (1973): Jean-Pierre Léaud, Jacqueline Bisset
Adele H'nın Öyküsü - (L'Histoire d'Adèle H.) (1975): Isabelle Adjani, Bruce Robinson
L'Argent de poche (1976): enfants
L'Homme qui aimait les femmes (1977): Charles Denner, Brigitte Fossey
Yeşil Oda - (La Chambre verte) (1978): François Truffaut, Nathalie Baye
L'amour en fuite (1979): Jean-Pierre Léaud, Claude Jade
Son Metro - (Le dernier métro) (1980): Catherine Deneuve, Gérard Depardieu
Komşu Kadın - (La Femme d'à côté) (1981): Gérard Depardieu, Fanny Ardant
Neşeli Pazar - (Vivement dimanche!) (1983): Fanny Ardant, Jean-Louis Trintignant

Lois Bunuel



22 Şubat 1900 Calanda, İspanya doğumlu sürrealist senarist ve yönetmen olan Luis Bunuel, sinema tarihinin otoriteleri tarafından en etkili yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmiştir.
Madrid Üniversitesine girmeden önce Salvador Kolejinde ağır bir cizvit eğitimi alan Bunuel, Madrid Üniversitesinde önce doğal bilimler ve zirat okurken, sonra mühendislik daha sonra da psikoloji bölümüne geçmiştir. Burada Salvador Dali ve Federico Garcia Lorca ile tanıştı. 1920lerin Parisinde avangard deneyimler boy gösteriyordu ve Bunuelde sinema eğitimi almak için Paris'e gitti. 1929da Salvador Dali ile birlikte gerçeküstücü bir klasik olan Bir Endülüs Köpeğini çekti.
1930 yılında Salvador Dali ile çekmeyi planladığı, ancak yaşanan anlaşmazlık nedeniyle yalnız çektiği, marquis de Sade'nin Sodom'un 120 gününden izler taşıyan Altın Çağı çekti.Ancak bu film Katolizmi hedef aldığı söylenerek büyük skandallara yol açtı ve filmin gösterimi yasaklandı. Film üzerindeki yasak ancak 1980 yılının ortalarında kalktı.
Bu filmi çekmesinden 2 yıl sonra Las Hurdes bölgesindeki yoksulluğu gözler önüne seren bir belgesel olan Ekmeksiz Toprak filmini çekti. 1936'da iç savaşın başlamasına yakın, değişen politik iklimi anlatan bir belgesel olan España 1936 (İspanya 1936) filminin senaryosuna katkıda bulundu ve yapımcılığını üstlendi.
1939'da iç savaş sırasında ABD'ye gitti ve çeşitli belgeseller çekti. 1947'de Meksika'ya geçti ve burada Meksikalı kenar mahalle çocuklarının yaşamını anlattığı unutulmaz filmi olan Los Olvidados'u çekti. Bu film ona Cannes Film Şenliği'nde en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı. 1955'e kadar uluslararası düzeyde dikkat çekip beğeni toplayacağı 14 film çekti. 1955'te Fransa'ya döndü ve onu sinema sanatının merkezine yerleştirecek olan üç ortak yapıma imza attı. 1961'de İspanyol hükümeti tarafından Viridiana'yı çekmesi için İspanya'ya davet edildi. Film, içinde barındırdığı kilise karşıtı öğeler nedeniyle İspanya'da büyük tepkilere yol açtı ve ülkede gösterimi yasaklandı. Geri kalan hayatını İspanya dışında geçirdi. 1954 senesinde kendine has Robinson Crouse'u çekti. 1951 yılında Susanna adlı filmi çekti ve bu film çok tutulmadı. 1953 de El adlı tanınmış filmi çekmiştir.1956 yılında güzel oyuncu Simone Signoret'in başrolü oynadığı La Mort ce Jardin'i çekti. 1959 senesinde Francisco Rabal'ın başrolü oynadığı Dram filmi Nazarin'i çekti. 1962 senesinde gizemli ve dram filmi olan esrarengiz El Angel Exterminador'u çekti ve bu filmi de ses getirdi. 1964 senesinde Le Journal D' Une Femme De Chambre'yi çekti. 1967 de ise bir çok ödül kazandığı ve tüm dünyayada ses getiren güzel oyuncu Catherine Denevue ile Bella De Jour'u çekmiştir. 1970 senesinde ise Tristana adlı filmi çekti ve bu film de çok ses getirdi. İspanya iç savaş dönemi kölelik üzerine yapılmış bir filmdir. Başrolleri Fernando Rey ve güzel yıldız Catherine Denevue paylaşmıştır. Bu filmden sonra 1972 senesinde Burjuvazinin Çekiciliği adlı filmde , burjuva kesimin bir türlü yemek yiyemediklerini anlatmıştır. Bu filmde de yine vazgeçmediği oyuncu Fernando Rey oynamaktadır. 1977 yılında Arzunun O Belirsiz Nesnesi adlı filmi çekerek sinemayı bıraktı. Fernando Rey yine başrolü oynamıştır. 1983'de Mexico City'de öldü.
 Filmleri:
1977: Cet obscur objet du désir / That Obscure Object of Desire / Arzunun Şu Karanlık Nesnesi
1974: Le Fantôme de la liberté / The Phantom of Liberty / Özgürlük Hayaleti
1972: Le Charme discret de la bourgeoisie/ The Discreet Charm of the Bourgeoisie / Burjuvazinin Gizli Çekiciliği
1970: Tristana
1969: La Voie lactée / The Milky Way
1967: Belle de jour
1965: Simón del desierto / Simon of the Desert / Çöl Azizi Simon
1964: Le Journal d'une femme de chambre / Diary of a Chambermaid
1962: El Ángel exterminador / The Exterminating Angel / Öldürücü Melek
1961: Viridiana
1960: La Joven / White Trash-The Young One
1959: La Fièvre monte à El Pao / Fever Rises in El Pao / Günah Cumhuriyeti
1958: Nazarín
1956: La Mort en ce jardin / Death in the Garden / Bu Bahçede Ölüm
1955: Cela s'appelle l'aurore
1955: Ensayo de un crimen / The Criminal Life of Archibaldo de la Cruz / Archibaldo de la Cruz un Suçlu Yaşamı
1954: El Río y la muerte / The River and Death / Nehir ve Ölüm
1954: Las Aventuras de Robinson Crusoe / The Adventures of Robinson Crusoe
1953: La Ilusión viaja en tranvía / Illusion Travels by Streetcar
1952: El Bruto / The Brute
1952: Él /This Strange Passion
1952: Subida al cielo / Mexican Bus Ride
1951: La aHija del engaño / Daughter of Deceit
1951: Una Mujer sin amor / A Woman Without Love
1950: Susana / The Devil and the Flesh
1950: Los Olvidados / The Young and the Damned / Unutulmuşlar
1949: El Gran Calavera / The Great Madcap
1947: En el viejo Tampico / Gran Casino
1940: El Vaticano de Pio XII
1932: Las Hurdes / Land Without Bread / Ekmeksiz Toprak
1930: L'Âge d'or / The Golden Age /Altın Çağ
1929: Un chien andalou / An Andalusian Dog /Bir Endülüs Köpeği

12 Kasım 2010 Cuma

Günlükten Notlar 21


*Merhaba.
*Facebook çıktı mertlik bozuldu. Bu arada ayıp bana ki, hala Facebook filmini seyretmedim. Neyse, niye mertlik bozuldu, anlatayım efendim. Artık birçok insan, ilişkisini Facebook'a yazıyor. Düğün davetiyelerini Facebooktan gönderiyorlar. "Aaa ne yapıyorsun, nasılsın" "Hiç ne olsun işte evlendim. Düğünde yoktun göremedim seni" "Haberim yok ki evlendiğinden, hiç haberim olmadı" "Aa nasıl olmadı, davetiye gönderdim Facebooktan" "..."
*Ajanlar Erol Büyükburç'un spermlerinin peşindeymiş. Belki uzaylılarda olabilirmiş. Zeki bir insan olduğundan onu seçmiş olabilirlermiş. Ya neden bu uzaylılar ya da ajanlar benim peşime düşmüyor. Bende zekiyim, benim IQ’da yüksek, beni de incelesinler, benim de spermlerimin peşine düşsünler. Hep bunlar daha az meşhur bir insan olduğum için mi? Buradan uzaylılara sesleniyorum, bende varım.
* Yılbaşına kadar hiç bir şeye zam yapmayacağını açıklayan hükümet, alkole zam yaptı ve "Gelir bizim için önemli değil, önemli olan halkın sağlığı" açıklamasını yaptı. Muğla'da sahte içki yapan bir şebeke çökertildi ve savunması aynen şu yöndeydi. “İçki sağlığa zararlı. Biz alkol oranı az olan içkileri piyasaya sürerek insanların zarar görmesini engelliyoruz. İnsan sağlığını düşündüğümüz için böyle bir yöntem uyguladık. Bizim içkilerimiz fazla sarhoş etmez ve insanlara zarar vermez.” İmam ve cemaat ilişkisi...
*Amerika'daki New York Üniversitesi üşenmemiş bir araştırma yapmış. Laptop, 1 saatten fazla kullanılırsa erkekte sperm sayısını azaltıyormuş ve 15 dakikadan fazla laptop kullanılmamasını önermişler. Kadında ne oluyor araştırmamışlar sanırım, araştırılırsa haber vereceğim. Bir de masaüstü bilgisayar üretenlerin işi olduğunu sanıyorum bu araştırmanın, bir araştırayım.
*Gelecekten kafama takılanlar; hadi NASA artık telefonlarımı açmıyor. NASA ile ilgili arası iyi olan bir arkadaştan aldığım habere göre 50 yıl sonra yapacaklarmış ışınlanma makinesini ama mesela, uçan kaykaylar ne zaman çıkacak ya da günlük öğünlerimizin sadece hap olduğu günler ne zaman gelecek merak ediyorum.
*Çocukluğumdan hatırladıklarım; leblebi tozu vardı biz küçükken sanırım hala var ama eski rağbet yok. Az boğulma riski geçirmedik, leblebi tozu yüzünden. Birde ağızda patlayan şekerler vardı, patır patır ağzımız acıya acıya yerdik onları.
*Az meşhur olup, kimsenin yüzünü bilmediği bir insan olmak mı? Yoksa çok meşhur olup herkesin tanıdığı bir insan olmak mı? Nedense bu soru takıldı kafama. Meşhur demişken geçen seferki notlarımda Ereğli'den bahsetmiştim. Karadeniz. Ereğli olacak mı? Ben Karadeniz Ereğli'den kimseyi tanımasam da onlar beni tanıyormuş. Sibel Hanım'a övgüleri için buradan teşekkürlerimi yolluyorum.
*Seyrettiklerim; Üstad Miyazaki'nin The Castle Of Cagliostro, eğlenceli bir animasyondu. Üstad, çocukluğumuzun kahramanı Heidi'nin dedesine de ufak bir rol vermiş. Pedro Almodovar'dan Kırık Kucaklaşmalar; klasik Almodavar filmleri dışında kalan bu filmde, zaten sevdiğim Penelope Cruz'u bir kez daha sevdim. Okuduklarım; Burak Gökal'ın bir filmin sadece film olmadığını, neden daha iyi olduğunu anlattığı "Neden Bazı Filmler Daha İyi", Bülent Diken ve Carsten Bagge Laustsen'in beraber yazdığı, toplumlarımızın nasıl olup da kendilerini ancak filmler aracılığıyla nasıl yeniden ürettiği konusunda fikir sahibi edindirdikleri, Filmlerle Sosyoloji.
*Bir hediye paketi geldi az önce. Epeyce büyük. Baktım kimden gelmiş diye, NASA yazıyordu. NASA'dan bayram hediyesi gelmiş.
*Kestiyse Eros raconu, boşuna kaçma, yoktur bu işlerden kaçış yolu.http://fizy.com/#s/1agw8r
*Hepinize sevdiklerinizle beraber mutlu bayramlar dilerim. İyi davranın kendinize. Hadi gidelim, ışınla beni Skati.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Scarface

Benim gibi adamlara muhtaçsınız siz.Böylece parmakla gösterip işte kötü adam bu dersiniz. Ama iyi filan değilsiniz siz...Sadece saklanmayı,yalan söylemeyi gayet iyi biliyorsunuz.Benim öyle bir derdim yok.Ben hep doğruyu söylerim.Yalan söylerken bile...Kötü adama iyi geceler dileyin bakalım.Bir daha böyle kötü adamı zor görürsünüz

5 Kasım 2010 Cuma

Pi filmi


Evrende herşey matematikle ilintilidir. Ünlü matematikçimiz Cahit ARF şöyle der; "Gün gelecek sosyal olayların hepsi de matematiksel olarak ifadesini bulacaktır." 
Pek çok insanın aksine matematiği severim. Herşeyin sayılarla ilgili olduğuna inanırım. Böyle düşündüğüm için Pi filmini seyretmek benim için kaçınılmaz oldu.
Daha önce Requiem for a Dream 'in yönetmenliğini yapan Daren Aranofsky'nin filmi olan Pi, 1998 ABD yapımı bağımsız bir filmdir. 1998 Sundance Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülünü almıştır. 
Aranofsky çok düşük bir bütçeyle (60bin dolar ve büyük bölümü ailesi ve arkadaşları tarafından karşılanmıştır), çektiği filmi, gerilimin etkisini arttırmak ve bir kabus havası yaratmak için siyah beyaz çekmiştir ve David  Lynch filmlerinin etkisini yakalamayı başarmıştır. Filmin müziklerini ise Clint Mansel yapmıştır. 

Filmin Konusu: Max, sosyal hayatı neredeyse hiç olmayan, matematik konusunda dahi bir bilgisayar uzmanıdır. Neredeyse tüm zamanını ev yapımı süper bilgisayarı "Euclid"in başında geçirmektedir. Max'e göre üç temel prensip vardır: 1- Matematik doğanın dilidir. 2- Her şey rakamlarla ifade edilebilir ve anlaşılabilir. 3- Doğada bazı kalıplar vardır. Max'in amacı da bilgisayarı yardımıyla doğadaki bu kalıplara ulaşmaktır.
 
Çalışmaları sırasında 216 haneli gizemli bir sayı ile karşılaşır. Yahudi bilimadamları Tanrı'nın isminin 216 haneli bir sayıdan meydana geldiğini düşünmektedirler. Tanrı'ya inanmayan Max, akıl hocası Sol'a danışır ve onun da Pi sayısını araştırırken 216 haneli bir sayı ile karşılaştığını öğrenir. Hocası Sol'un aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen, Max her ne pahasına olursa olsun bu sayının sırrını çözmek istemektedir.
Yönetmen Darren Aronofsky
Yapımcı Randy Simon, Eric Watson, Scott Franklin
Senarist Darren Aronofsky, Sean Gullette, Eric Watson
Müzik Clint Mansell
Oyuncular Sean Gullette
Mark Margolis
Ben Shenkman
Pamela Hart
Görüntü yönetmeni Matthew Libatique
Kurgu Oren Sarch
Yapım yılı, ülkesi 1998, ABD
Süre 84 dakika
Dil İngilizce




30 Ekim 2010 Cumartesi

Pi

Günlükten Notlar 20


*Merhaba
*Işınlanma makinesi için telefon etmeye devam ediyorum. Yalnız NASA süper çalışıyor 50 yıla kalmadan yapacaklar herhalde, ne zaman arasam telefonları meşgul.
*Işınlanma makinesi yapılmadan, zaman makinesinin yapıldığını gördüm. Kullanmak için izin verdiler, gittim geçmişe ama hiçbirşeyi değiştiremeden geldim. Korktum geçmişin, geleceğe etkisinden rüyamda.
*Elektornik eşyalarla aram hiç hoş değil bu aralar. Bilgisayarım, istediği programı açıyor, istemediğini açmıyor. Benden bağımsız hareket etmeye başladı. Korkarım ki bir gün eve geldiğimde transformersa dönüp evi ele geçirmiş olacak.
*Michael Jackson ölmeden önce Ereğli'ye geleceğine söz vermişti hatırlarsanız Ereğli Belediye Başkanı'na. Hatta "Halil'ciğim söz bir gün geleceğim" demişti. Araştırdım buldum. Ereğli'ye daha önce geleceğini söz verip te gelemeyen ünlüler Marlyn Monroe, Elvis Presley, John Lennon, James Dean, Audrey Hepburn, Charlie Chaplin. Hepsi gelemeden öldüler. Eğer gelselerdi, teşvik etselerdi Ereğli il değil, ülke bile olurdu. (Ereğli'leri tenzih ederim. Hepsi iyi insanlardır. Hiç tanıdığım olmadı ama eminim iyi insanlardır)
*Ben bunları yazarken yani tam şu anda bir tane sivrisinek odamda dolanıyor, bana bakıp bakıp gidiyor. Hiçbirşey yapmıyor. Ama bakışlarından "sen hele bir uyumaya kalk, gör bak neler yapacağım, uyutmayacağım seni" dediğini anlayabiliyorum. Ben ne yaptıysam ona, elimi bile sürmedim.
*Haz etmediğim hayvanlar serisi 3: Örümceklerden de haz etmiyorum. Ama kardeşim ördüğü ağlara hastayım. Bir araştırma yapılmıştı. LSD, extacy, eroin ve kokain verilerek ağ örmeleri izlenmişti. En güzel ağı LSD aldıklarında yapmışlar. Ben bu araştırmanın amacını anlamadım. Hayvanlar örüyor işte. Tamam, haz etmiyorum ama seviyorum ağlarını, ne diye uyuşturucu verirsin ki.
*Çocukluğumdan hatırladıklarım. Elma şekeri; benim yaşımda bir çok çocuğun(Evet büyümemiş bir çocuğum ben) dişleri çürüdüyse hep elma şekeri yüzündendir. Uzun zamandır görmedim kendisini, var mı gören.
*Sosyeteye girmek istiyorum. Az ama çok az meşhurların sosyetesi var mıdır? Ne gerekiyor acaba sosyeteye girmek için?İkametgah ilmuhaberi, kaç adet fotoğraf, sabıka kaydı falan gerekiyor mudur acaba? Neden girmek istiyorum? Merak işte. Bir o eksik kalmıştı merak etmediğim, merak edeyim dedim.
*Sayın sağlık bakanımıza kadının biri elindeki diyet listesini gösterip "Bunları alacak, yiyecek gücümüz bile kalmadı. Sayın sağlık bakanımız da "Az ye" dedi. Sayın bakanımıza tepkiler geldi. Bence tepki gelmesi yanlış. Adam doğru söylüyor. Az yiyin efendim. Zaten obez bir topluma ilerliyoruz. Her tarafta obez erkekler, obez kadınlar. Az yiyin efendim, az yiyin, mümkünse hiç yemeyin, diyet yapmaya ihtiyacın kalmasın.
*Gözümüz aydın. Ekranların yeni yüzüne hoşgeldin diyin. "23 yıldır şantiyelerde amelelerle uğraşıyorum, bu işi bırakıp artistlik yapacağım, onda daha iyi para var" (Ali Ağaoğlu)
*"İnsanın hayatına fırsat bir kere çıkar. Ayağınıza gelen fırsatı kaçırmayın" diyen reklam, 1650 liradan başlayan taksitlerle diyerek bitiyor. Acaba asgari ücretin ne kadar olduğundan, Türkiye'nin yüzde kaçının asgari ücretle çalıştığından haberi var mı ki sayın Sayın'ın.
*Yağmurların başlamasıyla beraber, kışta ufaktan kendini gösterdi. Kış demek, soba üstünde patlatılan kestane demek, kış demek; sinema ve tiyatro salonlarının dolması demek, kış demek sıcacık evinde tv'de sinema keyfi yapmak demek. Kış demek; salep demek. Kış demek; keyif adamı moduna geçiyor olmam demek.
*Ufaktan kaçarca; iyi davranın kendinize http://fizy.com/#s/152e3l

28 Ekim 2010 Perşembe

V for Vandetta


"Korku, bu hükümetin esas aracı haline geldi"

İzmir Kısa Film Festivali

Türkiye'nin en büyük kısa film festivali olarak adlandıralan ve bu yıl 11 incisi yapılacak olan İzmir Kısa Film Festivali'nin yarışma filmleri ve festival programları açıklandı. 
Bu sene de diğer yıllarda olduğu gibi İzmir Türk-Amerikan Oditoryum salonunda gerçekleştirilecek olan festivalde tüm gösteriler ücretsiz olacak. 3-7 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirilecek festivalin juri üyeleri ve programı aşağıdadır.

Jüri Üyeleri: Festivalin yarışma bölümündeki kısa filmleri değerlendirmeye alacak jüri, bu yıl 11 kişiden oluşuyor: Sevda Alankus (Izmir Ekonomi Universitesi Iletisim Fakultesi Dekani), Mehmet Hadi Baran (Mardin Sinema Dernegi Baskani), Joel Foulet (Kurgucu, Yonetmen), Canan Demet Kebapcilar (Haber Turk gazetesi yazari), Theron Patterson (Yonetmen), Zeynep Ozbatur (Yapimci), Volga Sorgu (Oyuncu), Yesim Tabak (Sabah Gazetesi sinema yazari), Ragip Taranc (Dokuz Eylul Universitesi Guzel Sanatlar Fakultesi Film Tasarimi Bolumu Ogretim Uyesi), Burcu Tatlises (Muzisyen, Soz Yazari, Kisa filmci), Andreas Treske (Kurgucu, Yasar Universitesi Iletisim Fakultesi Ogretim uyesi)

Yarışma Filmleri: Bu yıl festival kapsamında gerçekleştirilecek yarışmada yerli ve yabancı yapımlar birarada yarışacak. Yarışma filmleri ise şöyle:
Kain/Kabi/Cain: Kristof Hoornaert (Belçika)
Zu Vermieten/Kiralık/For Rent: Emre Karapınar & İsmail Onay (Türkiye-Almanya)
Hayerida/Evlat/The Descent: Shai Miedzinski (İsrail)
Bugün Yok/Bugün Yok/No Today: İsmet Kurtuluş (Türkiye)
To My Mother and Father/Anne ve Babama/To My Mother and Father: Can Evrenol (Türkiye)
Oma Rennt/Koş Nine Koş/Run Granny Run: Nikolaus von Uthmann (Almanya)
Berf/Kar/Snow: Erol Mintaş (Türkiye-Romanya)
Diarchia/Diarşi/Diarchy: Ferdinando Cito Filomarino (İtalya)
All Flowers in Time/Zamandaki Tüm Çiçekler/All Flowers in Time: Jonathan Caouette (Kanada)
Kindergeld/Kindergeld/Kindergeld: Övünç Güvenışık (Türkiye)
Aprilis Suskhi/Nisan Serinliği/April Chill: Tornike Bziava (Gürcistan)


Gösterim Programı:

03 Kasım 2010
19:00
Açılış Töreni ve Açılış Filmi “Glukhota”

04 Kasım 2010
13:00
Metruk
18
Bear Market
My Dad & Spike

15:00
Andreas Treske ile Sinemada Kurgu Workshop

17:00
Tres Tristes Tigres
Cigarette Candy
Emanet

19:00
Urban Bugs
Coming Attractions
Güneşin Karanlığı

05 Kasım 2010
13:00
Babam Tarih Yapıyor
Maturatul
Ayna

15:00
Camgeran
The External World
Transparante
Anı Yaşamak

17:00
Zeynep Özbatur ile Yapımcılık Workshop

19:00
Film ya da Film
Tatlıya Her Zaman Yer Vardır
Voice Wanted

22:00
Geleneksel Festival Partisi (Juliet Club)

06 Kasım 2010
13:00
Volga Sorgu ile Oyunculuk Atölyesi

15:00
All Flowers in Time
Aprilis Suskhi
Berf
Bugün Yok
Diarchia

17:00
Hayerida
Kain
Kindergeld
Oma Rennt
to My Mother and Father
Zu Vermieten

20:00
Ödül Töreni ve Kokteyl

07 Kasım/November 2010
13:00
Calling the Minstrel
WAGs
Le Hobby

15:00
In Scale
Mukadderat
Kwa Heri Mandima
Telefone

17:00
Jour 0
Seppi und Hias
Nea Radu

19:00
Khanram Abrist
Venus vs. Me
Candy Darling

26 Ekim 2010 Salı

Sessizlik


"Bir parça pamuk ve ılık su ile kurumuş dudaklara değdirilen sessizlik. 
Ayaklarını açıkta bırakan bir yorgan gibi... Kimsenin anlamayacağı dertlerle, gerçeklerle başımız dertteyken 
ve kendimizden daha yalan bir tanrı bulamıyorken: 
bekleyen, bekleyen, bekleyen sessizlik..."