Hürriyet

14 Haziran 2011 Salı

Sultanın Hikayesi


Gecenin sessizliğini bölen, onun topuklu ayakkabılarının sesiydi. Yürürken bir şarkı mırıldanıyordu.


"Bir gün bir köşede bir başına
Ölür hayat kadını söner hayat kadını"


Kim söylüyordu bu şarkıyı, kimindi bilmiyordu. Ama güzel yazmış piç herif diye düşündü. Yorgundu. Sahildeki banklardan birine oturdu. Bir sigara yaktı. Denizde oluşan yakamozları seyretti. ay ışığında yakamozlar harika görünüyordu. etrafa göz gezdirdi Bir kenarda sızmış, tinercileri gördü. Daha cocuk denecek yaşlarındaydılar. Kim bilir, nelerden kaçıp geldiler, ne umutlarla kaçıp geldiler diye düşündü. Sanki kendisi çok farklıydı.

Çocukluğu aklına geldi.sigarasından aldıgı derin nefes cigerlerini yakıyordu “Çocukluk mu” O hiç çocuk olmamıştı ki.Yaşıtlarına göre erken serpilmişti. 11 yaşında göğüsleri çıkmaya başladığında kendisi bile dış görünüşünden etkilenir olmuştu , yalnızda değildi amcası fırsatını buldukca onu sıkıştırıyor oyun oynuyoruz diye kandırıyordu bi gün artık dayanamadı amca ve o narın bedene sahıp olmak için yanarken, şeytana uydu ve işini bitirdikten sorada ortalıkta hiç görünmedi.  Orospu çocuğu, diye düşündü. Kimseye söyleyememiş, ailesinin onu öldüreceğinden korkmuştu. Şanslıydı ki hamile kalmamıştı ne şanssa.Sessizliğe gömülmüştü.o kara gözleri artık daha solgun bakıyordu. annesinin ,babasının. kardeşlerinin gözlerine değemiyordu gözleri.  (ailesi ise bu kızı evlendırelım yoksa boyle yaban gibi kalacak diye ) diye düşünen ailesi 14 yaşında evlendirmişti. İlk gece durumu anlayan kocasının saatlerce dayagını yemış,hakaretleri altında cocuk ruhu dahada ezilmişti.ağzı yüzü kan içinde zorlukla nefes alırken kocası artık yorulmuş yataga uzanıp ıt gibi solurken uyuyakalmıştı. sessizce dışarı çıktı kapının önüne oturdu boş boş izledi tavanı şişmiş gözlerinin izin verdiği ölçüde...intihar mı etmeliydi, yaşamalı mıydı bilemedi..

Aradan haftalar geçtiyor kocası tek kelime etmiyor o ise annesinden gördüğü gibi yemek yapmaya çalışıyor,sofralar kurup kaldırıyordu beyine...
Bir öğle vakti yoruldugunu hissedip uzanmıştı sedire. Kapının sesiyle kendine geldi. Kocası gelmişti. içeri girmesiyle etraf yine o tahaf kokuyla dolmuştu.Alkol kokuyordu,bi tuhaflık vardı anlamaya çalışırken birden koca cüsseyi üzerinde buldu nefes alamıyordu  Leş gibi alkol kokan nefes hızlandı bedenınde . Üzerinde gelip gidiyordu tuhaf tuhaf sesler cıkartıyor o ıse bunları hala oyun sanıyordu amcası boyle oyun oynatıyordu ya ona... İşini bitirdi ve dönüp uyudu kocası. zorlukla kalktı yataktan Banyoya gitti, gözyaşları kuruyana kadar ağladı . Hem sessizce ağlıyor, hem kusuyordu.bir yandanda Allaha yalvarıyordu ya canımı al ya kurtar beni...

Ertesi gün kocası eve bir arkadaşıyla geldi. Rakı masasını kurdurdu. İçtiler,gülüştüler, şarkı sölediler.arada bir sesleri kesilip fısır fısır konuştular.rakı bitti diye ayaklandı kocası  Adam para verdi kocasına, kocası çıktı.sabaha kadarda o rakıyı alıp gelemedi. Tedirgin bakışlarla bakıyordu adama. Adam ayağa kalktı,sendeledi biraz  “Soyun” dedi. Bakakaldı. Adam “Soyun” dedi yine bir yandan pantolonunun sıyırıp gömleğinin düğmelerini çözüyordu. “Ama…” dedi.''ama'' diyebildi... Adam kalktı,sallana sallana yürüyüp yanına kadar geldi bir tokat attı.gelen tokatla yere savruldu küçük bedeni. “Paranı verdim, yap görevini” diye bağırıyordu o pos bıyıklı göbekli gögüsündeki kılları beyaz adam. Ne yapacağını bilemiyordu. Zaten hiçte bilememişti...Çaresizce soyundu. Başka birinin altındaydı. Pezevenk, godoş kocası satmıştı onu. Adam üzerinde gidip gelirken, alkol kokusundan midesi bulanıyor, kusmamak için kendini tutuyordu. Adam işini bitirdi ve arkasına bile bakmadan toplanıp gitti. O da kalktı ve koştu gitti tuvalete kusmaya başladı ne arıyordu başka bi adam, ne yapıyorlardı ona, bu artık bir oyun değildi...
  
Daldığı geçmişten sıyrılıp, sigarasını parmaklarının ucundan fırlattı denıze. Topunun…  dedi topunun... . Evine gitmeli , Bir duş alıp uyumalıydı. Evine doğru yürürken,çöp konteynırının  yanında,  bir adam gördü. Elinde bir kitap sokak lambasının ışıgıyla iştahlı iştahlı okuyordu . Kısa bir an göz göze geldiler. Adam başını önüne eğip, okumaya devam etti.Sultan işe bilmem kaçıncı kez evinin yolunu tutturdu ağzında aynı şarkı içinde yangın...

18 Nisan 2011 Pazartesi

...

Bazen bir kitap açarsın ya da okuduklarından, notlar aldığın bir defter, tam da oradadır.Orada duruyordur diyeceklerin,demek istediklerin
Canımı çok yakan şeyler olur; ama yine de susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında. Salaklığımdan mı? Hayır!
Ben kimseye ”Git!” de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen, o kadar değer veririm ki,
Her gün yaptıklarına utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz

12 Nisan 2011 Salı

Yalnızlık

Bir insanın yalnızlığı üzerine söylenecek o kadar söz vardır ki! O kadar büyüktür ki yalnızlık. O kadar kalabalıktır ki. Dünyayı dolduran canlılardan uzak bir hayat yaşamak ya da binlerce bedenin arasında olup hiçbirini dinlemeden ilerlemek. Hepsi de, yalnızlığın türleridir. Hapishanelerdeki tek kişilik hücreler bazılarını delirtip kendi isimlerini bile unuttururken, bazılarını da Tanrı'ya dönüştürür... Ama ne olursa olsun, önemli olan tek şey pişmanlıktan arınmaktır. Kendini yalnızlık okyanusuna can simidi olmadan, boğulmak üzere bırakmış bir insan, içindeki dibe sürüklenirken devirdiği her metrede sonsuz huzuru hissetmeye başlamışken, eğer tek bir salise pişmanlık duyarsa yalnızlığından, tek bir salise bile tereddüt ederse tercihinden, işte o an kişinin felaketi başlar. Panik acıyı getirir. Bir kuş gibi suyun içinde süzülen vücudu çirkinleşir, gerilir, kıvrılır, kontrolsüzce kasılır. Ve tercih ettiği yalnızlığın içinde kaybolmaktan korkan insanın en büyük acısı olan deliliğin başladığı noktadır. Daracık, nefesin bile zor alındığı, yerin metrelerce altındaki bir dehlizde, tonlarca havayı hatırlayıp nefes almamaya ve kalp krizi geçirecek kadar büyük bir panik yaşamaya benzer... İçine adım atıldığında girdaba ayak uydurulur. Kendisine çeken dev hortumla uyumlu şekilde dönmek yapılması gereken tek doğru harekettir. Kurumuş bir yaprağın lodosa boyun eğmesi gibi insan da yalnızlığına boyun eğmelidir. Yalnızlığın çelikleşmiş iskeletine karşı çıkmaktansa, onda keşfedilmeyi bekleyen binlerce bilinmeyeni aramaya çalışılmalıdır. Yalnızlık, insanın içindeki gizli mabettir... Benim yalnızlığım ise, hayatım boyunca ürkütücü bir hızla büyümüş ve sosyal denilebilecek bütün yeteneklerimi teker teker yok etmiştir. Bedenimin çevresinde yıllar boyu inşa etmiş olduğum ve yakında kapısını tamamen içeriden kilitlemeyi düşündüğüm yalnızlık katedralim, belki de şimdiye kadar başardığım tek iştir... Sorarlarsa, "Ne iş yaptın bu dünyada?" diye, rahatça verebilirim yanıtını: "Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyarın arasında doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından...

5 Nisan 2011 Salı

Günlükten Notlar 28

*Merhaba
*İsrail'li manken, yılanla dans ederken, yılan göğsünden sokmuş. Mankene birşey olmamış ama yılan ölmüş, mankenin göğüsleri silikonlu olduğu için bir şey olmamış.Yani silikonlar patlamaz, öldürürmüş. Yıllar önce "Silikonlar patlar mı" diye şarkı yapan Soner Arıca'ya cevap niteliğinde bir haber.
*Divan edebiyatını yıllarca, divanda birbirlerine şiirler,hikayeler okuyan insanların yaptığı edebiyat zanneden adamım, varın Silikon Vadisi'ni ne zannettiğimi düşünün.
*Londra Üniversitesi boş durmamış bir araştırma yapmış. İnsanlar 50 yaşından sonra stresten kurtuluyor, 85 yaşında mutlu oluyormuş.Ooo mutlu olmak daha çok seneleeer bekleyeceğiz yani. Bir de Türkiye ortalamasına bakalarsak, sanırım mutlu ölünmüyor. Mutlu ölüm yoktur sevgili...
*Çocukken, nereye dediğimizde aldığımız cevap, küfürle değil, bokludereye olurdu. Hep o bokluderenin nerede olduğunu merak ederdim. En sonunda öğrendim. Oturduğum evin iki sokak arkasındaki dere orası.Rüzgarlı ve yağmurlu bir günde, eğer İzmit'e gelirseniz, mandalla gelin ya da ismimi çığırın, getireyim size.
*Dengesiz diyorlar bana, desinler değişemem, desinler değişemem. Ben olmayayım da kim olsun a dostlar. Bir kere yıldızlardan kaybediyorum. İnsanın hem burcu, hem yükseleni ikizler olunca, ediyor 4 kişi. Bir de üstüne eklenince manik depresiflik.Oldu mu sana 6. Ben dengesiz olmayayım da kim olsun a dostlar. -Alo,Özgür'le görüşmek istemiştim. -Tabi, hangisiyle görüşmek istersiniz?
*Deodarantımı değiştirip Axe excite mı alsam acaba?Ama yok almayayım ya, sonra kızlar üstüme düşer. Düşerken kimisi hedefi tutturamaz yere düşer. Düşene araba çarpar, sonra al başına belayı cıks vazgeçtim.
*Teb reklamında, geliyor ya geçmişi hani adamın, Allah'tan benim geçmişim gelmiyor. Geçmişten ben gelsem, benim karşıma çıksam, he bir sen eksiktin deyip, ağzını burnunu kırarım geçmişimin.
*Okuduklarım; Aristotales Bir Karıncayiyenle Washington'a Gider, Vildan Çetin'den Ses, İlber Ortaylı'dan Türkiyenin Yakın Tarihi.İzlediklerim; Noviembre, Kaybedenler Kulübü, Yengeç Oyunu, Cadı Kazanı, Çölde Kutup Ayısı,9 Kadın
*Nükleer santrallerin tartışıldığı,tartışılmasının ve önlenmesinin gerektiği bugünlerde,tüpgazla,televizyonla, hatta ve hatta patatesle karşılaştırılan radyasyonda gelinen son nokta Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanından geldi efenim. "Bekarlık, nükleerden daha riskli, ABD'de yapılan açıklamaya göre, bekarlar evlilere göre 6 yıl daha az yaşıyormuş" Diyecek birşeyim yok. Aslında var da diyemiyorum. Yorum sizin.
*Son söz: Sağlık Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı'nın açıklamalarından sonra en iyi gidecek söz; "Hükümetin tamamı sizin için çalışırken mizahçı olmakta bir numara yok" der Will ROGERS
*Cidden bu son söz: Notlara ilk başladığımda, can sıkıntısından başlamıştım. Beğenildi, devamı geldi, kimisi cidden iyi oldu, kimisini ben bile beğenmedim, komik değildi ama yine de yazdım. En nihayetinden benim anlık düşüncelerim, yaptıklarım, okuduklarım,izlediklerim, dalga geçtiklerimdi.Beğenen, beğenmeyen, destekleyen, desteklemeyen herkese çok teşekkür ederim. Günlükten Notlar... Bitti.








.

30 Mart 2011 Çarşamba

Dance Me To The End Of Love

Uyarı:Bu yazı bunalımlı ve depresif bir yazıdır ve başlığın konu ile hiçbir alakası yoktur. Belki de Cohen'in vardır. Bilemiyorum.

"İyi adam olmak düşüşün başlangıcıdır" K.K

Hep iyi adam olmaya çalıştın ve başardın da. Herkes sen iyi adamsın dedi, fakat sonuna hep ama ekledi. Düştün, hep düştün farkında olmadan. Kimse elinden tutmadı. Hatta, "düşene bir tekme de sen vur" desturundan olan insanlar çıktı karşına ve hep tekme attı. Çabaladın,kalkmaya çalıştın. Kimi zaman kalktın da.Kalktın ve güçlü olmaya çalıştın. Etrafına duvarlar ördün. Kimsenin sana ulaşamayacağını sandın.Oysa ördüğün duvarlar, 3 küçük domuz hikayesindeki gibi samanda yapılmıştı ve bir üfürükte yıkılıyordu.Hiç bir zaman başaramadın,sağlam duvarlar örmeyi. Düştün...Hep başkalarının düşüydün. Düşleri bitti,sen düştün. Anlamaya çalıştın, kadınları, erkekleri, insanları. Anlayamadın,anlayamadıkça kendinden kaçtın, kapadın kendini. Kendini filmlere ve kitaplara verdin. Binlerce kitap okudun, binlerce film seyrettin.Hayatı filmlerdeki ve kitaplarda anlatıldığı gibi zannettin. Oysa değildi ama sen anlamamakta ısrar ettin. Filmlerdeki ve kitaplardaki gibi hayat aradın,bıkmadan usanmadan. Sürekli kendinden kendine kaçtın. Kendi içine kaçtıkça, kendi kendini çoğalttın. Her ayağa kalktığında kendini kustun.

Kalabalıklar içinde bile yalnızdın. Kimi zaman herkesten,herşeyden nefret ettin. Bu dünyadan olmadığına inandın. Birinin gelmesini bekledin, yaşadıklarının rüya olduğunu anlatacak biri. Gelecek ve "Bitti artık uyanabilirsin" diyecek.Sana birşey söyleyeyim mi? Yaşadıkların tamamen gerçek "Uyan bebeğim,gerçek dünyadasın ve hiç kimse gelip bitti demeyecek"

4 Mart 2011 Cuma

Aha Parça Çıktı!!!

Duvara Karşı filmi ilk gösterildiğinde ödülden ödüle koşmuştu. Hala da büyük bir beğeniyle izlenen filmlerdendir.Fakat biz insanların geçmişleriyle ilgilenmeye çok meraklı olduğumuzdan, filmin önüne çıkmıştı Sibel Kekilli' nin eski bir porno oyuncusu olması. Herkesi hayret içinde bırakmış, Sibel Kekilli' ye herkes porno oyuncusu damgasını yapıştırmıştı. Ne kadar film çekerse çeksin, ne kadar ödül alırsa alsın, ne kadar oyunculuğunu konuşturursa konuştursun, eski bir porno oyuncusu damgasından kurtulamayacaktır.

Evet geçmişte porno filmlerde oynamıştır. Para bulmak için en son çare porno oyunculuğunu seçmesi, belki bir hatadır ama artık başka bir yerde yürümeye başlamıştır. Artık, hemen hemen her çektiği filmde başarılı oyunculuğuyla ödüller alan bir oyuncudur.

Son zamanların en çok izlenen dizisi "Öyle Bir Geçer Zaman ki" nin oyuncusu Caroline yani Wilma Elles, daha önce çevirdiği filmde lezbiyen sevişme sahneleri ile gündeme gelmişti. Şimdi de ´Das Weinen Davor´ adlı bir filmde sevişme sahneleriyle gündemde.

"Kaybedenler Klübü" isimli bir film gösterime girecek, Bir zamanlar Kent Fm de program yapan iki radyo programcısının  hayatını anlatan. Filmin teaserları ve filmden kareler yavaş yavaş ortaya çıktığı zaman, Nejat İşler şu açıklamayı yaptı."Grup seks sahneleri gösterilmesin" Bunu demesi bile filme bir reklam kattı ve Nejat İşler biliyordu ki "Seks sattırır". Filmi izlemeyecek olanlar bile artık sırf grup seks sahnelerini merak ettikleri için izleyecek. O zaman yaşananlar umurlarında bile olmayacak.

Sevişmek bizim kültürümüzde olmadığı için(!) başkalarının porno oyunculuğu, dizilerde ya da filmlerde sevişme sahneleri çekmiş olması sanırım bize cazip geliyor. Şundan eminim "Das Weinen Davor" filmini kimse duymamış olsa bile, sırf Wilma Elles'in sevişme sahnesi için, birçok insan filmi arayıp bulacaktır. Ondan sonra, Wilma Elles'in nasıl oyuncu olduğu değil, nasıl seviştiği konuşulacaktır. "Abi Carolin'in bir filmini seyrettim, off bir sevişiyor sorma" ya da "Porno oyuncusu işte, şimdi saçma saçma filmler çeviriyor, bir pornosunu izledim off, filminde de sevişse de seyretsek" gibi cümlelerle oyunculuklarını değil, sevişme sahnelerini ağızları sulana sulana seyredeceklerdir."

Bizim bir filmi izlememiz için iki göğüs görmemiz, iki dudağın biraz şehvetle birbirine dokunduğunu görmemiz yeterlidir. Artık filmler gösterime girmeden önce ilk öğrendiğimiz filmde kaç kişi kaç kişiyi öpüyor ve filmde toplamda kaç yatak gözüküyor bilgisi haline geldi.

Öpüşemediğimiz, sevişemediğimizden midir bu aç gözlülük durumu bilmiyorum ama bir gün film çekersem, izlensin diye bir sevişmeyi tıkıştıracağım bir yerine aksın vizyondan önce ağızlarının suyu diye bunu biliyorum.

15 Şubat 2011 Salı

Günlükten Notlar 26


* Merhaba
* Geçen gün rüyamda Aliye Rona'yı gördüm. Elime zorla silah tutuşturuyor,"Gidip vuracaksın onu başka yolu yok" diye bağırıyordu, kan ter içinde uyandım.
* Sevgililer gününde bankaların kredi vermesini anlayamadım, "Merhaba, sevgilime tek taş pırlanta alacağımda param yok, kredi çekmek istiyordum".
* Bir reklam:"Sarılıp uyuduğunuzda, sizi terk etmeyecek tek ayı, peluş ayı"
* Bir gazete başlığı “(+18) Hadise istiyor, Sinan vermiyor.”
* Bir kitap çıkarmaya karar verdim, uzun süredir ortalarda gözükmeyen göbeğimin tekrar ortaya çıkması üzerine yazmaya başladığım "Göbeğim ve Ben", göbeğimle benim maceralarımı anlatacak. Yalnız göbeğimin meşhurluğu, şimdiden beni geçecek gibi. Göbeğim ve Ben, çok yakında kitapçılarda, marketlerde, bakkallarda, kasaplarda, manavlarda.
* Çok uyuduğumu söyleyen, arkadaşlarıma cevabımdır. “İsviçreli bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre, 1 saat fazla uyuyan insanların kalp krizi riski azalıyormuş” gerçi yine aynı adamların yani “İsviçreli bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre, İsviçreli bilim adamlarının %95i boş ve gereksiz işlerle uğraşıyorlarmış” ama ilkine inanmak daha çok işime geliyor.
* İsmail ağa cemaati buyurdu; “Kadın dediğin, elinde tespihiyle, Allah’a zikrederken, yatağında abdestli ya da mevlayla irtibatta iken ölmeli…” Evet, ölüm de gelmeden önce geleceğim, hazır ol kadın, diyordu zaten. Erkek nasıl beklemeli, onu buyurmamışlar, ben bir etek öpüp fetva alayım. Onu da açıklayacağım sonra.
* Gözün aydın Türkiye, yasaklarımızdan yenileri. Kamyonların arkasında artık, kamyon edebiyatı yapamayacak yani, “Geçme beni geçerim seni”, “Kamyon çeker 10-20 Ton, gönlüm çeker Paris Hilton” gibi yazıları artık göremeyeceğiz. Daha acayip bir yasak, ambulanslara refakatçi alınmayacak. Yani ambulans hastaneye ulaştığında, hastanın işlemlerinin yapılması için sizi bekleyecek.
* İsviçreli bilim adamlarına özenen Muğla Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, kolbastı dinleyen kalkan balıklarında stres oluşmuş efenim. Ama kalkan balığına nasıl müzik dinlettiklerini sormayın bilmiyorum ve bilmek istediğimi de sanmıyorum.
* Türkiye rüşvette Dünya’da altıncı, Avrupa’da birinci olmuş. Bence, benim memurum işini bilir ve o altıncılığı birincilik yapar.
* “Bir kadın için beni kaybetmek, bana göre en büyük ceza” dedikten sonra ortadan kaybolan kemanıyla meşhur Suat Suna şimdi ne yapıyor acaba?
* Çav bella tık tık

8 Şubat 2011 Salı

Cici Can

Bizim de vardı hayaletimiz, bizim de vardı Casper'ımız. Çevrilmiyor artık böyle filmler

Satılık

Evleneceğim ama çeyizim yok, çeyiz yapmayı bilmiyorum mu diyorsunuz o zaman bu ilan tam size göre...

27 Ocak 2011 Perşembe

Günlükten Notlar 25


*Merhaba
* Yıllarca orkidelerin neden pahalı olduğunu düşündüm durdum. Meğerse son günlerde 100bin dolara vinç reklamında oynayan sevgili Afrodit'imiz Banu Alkan, orkidelerin arasında sevişiyormuş. “Ateşli dudaklarını öpmeyi özledim, öpen o gül dudaklarını özledim, ipek tenini özledim, beyaz orkideler arasında seninle sevişmeyi özledim. Dokun öp, bu tende alevin az gelir, bebeğim geceler boyu sevişmek az gelir.” Beyaz Orkide şarkısından bir bukle efenim.
* "Türkiye'nin yeni Banu Alkan'ı kim olur" sorusuna "Türkiye'de böyle birini bulamadım ama Charlize Theron olabilir. Benim burnum biraz daha güzel ama onu güzellikte kendime yakın buluyorum." diye de cevap verip, güzelliğini kimseyle paylaşmadı. 
* "Osmanlı'da dudaktan dudağa öpüşme yoktu, yanaktan buse alınırdı, biz dudaktan öpüşmeyi sonradan Avrupalılardan öğrendik" Yeni Akit gazetesi yazarı Yavuz Bahadıroğlu'ndan Muhteşem Yüzyıl dizisine farklı bir eleştirel boyut. Avrupalılarda olmasaydı ne yapacaktık bilmem.
* Artık her yerde alkol yasak, zaten alkole pek gerek olmadığını öğrendim izindeyken. Televizyon, kafa bulmanın en güzel yolu. Şöyle iki doz evlilik programı alıyorsunuz, bir doz yemekteyiz. İyi kafa yapıyor. Yalnız hepsini izlemeye kalkmayın, aşırı dozdan yazık olursunuz.
* Mehmet Ali Erbil'in sunduğu, sanırım evlilik programı, sonuna kadar dayanamadım. Çünkü evlilik programı olup olmadığından emin değilim, programda sanki evlenmeye değil de sevişmeye hazırlanan birinin verdiği cevaplar vardı. Aklımı kaybediyorum sandım. "Kendinizi affettirmek için ne yaparsınız", "Önce küvete sıcak suyu doldururum. İçini gül yapraklarıyla doldururum..." dedi, aklım çıktı.
* Almanya'da bir Türk, karısı sürekli sevişmek istediği için polise sığınmış efendim. Eşine Bülent Arınç'ı dinlemesini tavsiye edeydi keşke "Hayat seks ve içkiden ibaret değildir".
* Geceleri uyumak için süt içerken herkes, ben neskafe içiyorum. Evet, biraz ters bir adamım.
* Pluton, şimdi ne yapıyordur acaba, gezegenlikten çıkarıldı diye en son bunalıma girip, kendini alkole vurduğunu duymuştum. Ona da yazık tabi, sen yıllarca ben gezegenim diye etrafta dolaş, sonra bir takım bilim adamları çıksın, sen gezegen değilsin desin.
* Son günlerde karakterimin değiştiğini düşünüyordum, neden değiştiğimi anlayamadığım bir şeyler vardı üzerimde. Sonunda bilim adamlarına sordum ve öğrendim ki gezegenlerdeki eksen kayması yüzünden burcum değişmiş, o yüzden karakterim de değişmiş. İki kere ikizler olan burcum artık boğa efendim.
*Kafama takılanlar;bayramda küslük olmaz, diyip barışanlar, bayramdan sonra tekrar küs mi oluyorlar?
*Okuduklarım, Paul Auster'den Sunset Park, Mario Levi'den İçimdeki İstanbul Fotoğrafları, Erasmus'tan Deliliğe Övgü. İzlediklerim, Milenyum Üçlemesi, Aşk Üçgeni, Çakallarla Dans, Çoğunluk.
*Saçma sapan yasaklara,üzerimizde baskı kurmaya çalışanlara, çaktırmadan özgürlüğümüzü kısıtlamaya çalışanlara, hep beraber fiyuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuvtt.
*Kaçarca.
*http://www.ufizy.com/#RGLquqhSnxw/r/!/

22 Ocak 2011 Cumartesi

Bu Hafta Gösterimde - Çölde Kutup Ayısı

Oscar'a Belçika'dan aday olan Şeylerin Boktanlığı, küçük bir kasabada fakir ve cahil babası ve üç amcasıyla yaşayan on üç yaşındaki Gunther'in ıstıraplı ergenliğe geçiş hikâyesini anlatıyor.

Bu Hafta Gösterimde - The Tree

21 Ocak 2011
Dawn eşini kaybettikten sonra çocukları ile baş başa kalmıştır. Dawn, küçük kızı babasının ruhunun bahçelerindeki ağaçta yaşadığını ilk söylediğinde bunu çocukça bir şaka olarak kabul eder. Başta kimsenin inanmadığı bu fantastik olay, giderek aile içinde kabul görmeye başlar. Bir süre sonra çocuklar ağaçta yaşadıklarını inandıkları babaları ile konuşmaya başlarlar. Dawn da hayatta yaşadığı hayal kırıklıklarından sonra çocuklarının izinden gider.

Bu Hafta Gösterimde - Ayı Yogi

21 Ocak 2011
Jellystone Parkının ziyaretçileri azaldığından Belediye Başkanı Brown parkı kapatıp arazisini de satmayı plânlamaktadır. İşin kötüsü Jellystone Parkında yaşayan Ayı Yogi ve yakın dostu Boo Boo ev olarak bildikleri bu parktan atılacaklardır. Yogi hayatının en büyük sorunuyla karşı karşıyadır. Parkı kapanmaktan kurtarmak için Boo Boo ile birlikte Korucu Smith ile güçlerini birleştirmelidirler.

Bu Hafta Gösterimde - Günah Keçisi

21 Ocak 2011
Filmde tıpkı eski halkların kötü olayların sorumluluğunu masum keçilere atıp çöle salması gibi, toplumun oluşturduğu önyargılara karşı mücadele anlatılıyor ve Şahin K.'nın hayatından hikâyeler sunuluyor.

Bu Hafta Gösterimde - Kutsal Damacana Drakula

Bebekken cami avlusuna bırakılan Sebo, kendi kendini yetiştirir, zengin bir işadamının konağında iş bulur. Adamın kızı Demet'e plâtonik bir aşkla bağlanan Sebo'nun mutluluğu bir anda bozulur. Bir gece, ansızın kaldığı müştemilâtın kapısı çalınır, gelen efsanevi kan emici Kont Dracula'dır.
21 Ocak 2010

21 Ocak 2011 Cuma

Wanda Adında Bir Balık

"Cinayet, şehvet, hırs, intikam ve deniz ürünlerini anlatan bir öykü"

1988 ABD-İngiltere ortak yapımı olan kara komedi dalında bir film olan Wanda Adında Bir Balık, 1989 yılında Türkiye'de gösterime girmiştir.
Senaryosunu, John Cleese'in yazdığı filmi Charles Chricton yönetmiş ve başrollerinde John Cleese, Jamie Lee Curtis, Kevin Kline ve Michael Palin oynamıştır. Kült kara komedi filmleri arasına giren Wanda Adında Bir Balık, 1989 yılının Oscar'ında  Kevin Kline'e "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülünü" kazandırmıştır.
Ayrıca filmin 7ödül daha kazanmış 15 ödüle aday gösterilmiştir.


2 Amerikalı 2 İngilizden oluşan, birbirinden eksantrik kişiliklere sahip olan 4 kişilik bir soygun çetesi, Londra'da bir mücevher dükkanı soymayı planlar.
Çetenin beyni olan George; sinirli ve ciddi bir adamdır. Wanda; elmaslara hastalık derecesinde düşkün, hırslı, açgözlü bir düzenbazdır. Amacına erişebilmek için, güzelliğini ve dişiliğini kullanmaktan çekinmez. Ayrıca çete lideri George'un da sevgilisidir. Otto, eski bir CIA tetikçisi olup, IQ seviyesi düşüktür fakat bunu kabul etmez ve kendisine aptal denmesinden hoşlanmaz. Özünü anlamadan sürekli Nietzche okur ve okuduklarını sürekli yanlış yorumlar. Wanda, Otto'yu çeteye erkek kardeşi olarak tanıtır fakat Otto'nun Wanda'yla bir ilişkisi vardır. Çetenin sonuncu üyesi İngiliz olan Ken ise, kekeme, aşırı duyarlı, nazik bir adamdır ve hayvanlara olan aşırı sevgisinin yanısıra akvaryumdaki tropik bir balığa da umutsuzca aşıktır ve balığın adı da Wanda'dır. 

Çete elemanları bu umutsuzca ve beceriksiz görünüşlerine rağmen Londra'daki kuyumcuyu tereyağından kıl çeker gibi soyarlar ve ganimeti şehir dışındaki bir depoya saklarlar. Fakat elmasları kimseyle paylaşmak istemeyen Wanda, George'u ihbar eder. Fakat herşeye hazırlıklı olan George, elmasları çoktan başka bir yere taşımıştır. George hapse atılır ve elmasların yerini öğrenmek isteyen Wanda,son çare olarak George'un avukatı Leach'e kur yapmaya başlar. 







14 Ocak 2011 Cuma

Bu Hafta Gösterimde -Tehlikeli Aşk

14 Ocak 2011
Meksika çölünün sert arazisinde çöl sıcağının altında yaralı bir şekilde yatan bir adam vardır. J isimli bu adam aranmaktadır. Ölüme yaklaştığını hissettiği bu zamanlarda tek isteği hayatının aşkı Natasha'yı bulmaktır. Başkasına yar olmuş ama J'in kaderi olan bir kadın. Şimşek gibi J'in hayatına girip sonuna kadar değiştirmiş bir kadın...

Bu Hafta Gösterimde - Megamind

 14 Ocak 2011
Madagascar serisinin yaratıcılarından biri olan Tom McGrath Magemind ile ilk solo yönetmenlik denemesini yapıyor. Megamind, Dreamworks'ün bu seneki üçüncü animasyonu oluyor. Megamind süper-kötü bir karakterdir ve Metro Man'i yenmiştir ama mutlu değildir çünkü artık bir rakibi yoktur. Kendisine Titan adlı süper-iyi bir karakter yaratan Megamind aslında bir şeytan mı yaratmıştır?

Bu Hafta Gösterimde - Benim Adım Aşk

14 Ocak 2011
Burjuvazi, yasak aşk ve tutku üçgeninde gelişen trajik bir aşk hikâyesi. Zengin bir ailenin hasta olan büyükbabası, işi oğluna ve torununa bıraktığını ilân eder. Evin hanımı Emma, kocasının iş seyahatleri ile kızının okul için evden ayrılmasıyla kendini yalnız hissetmeye başlar ve oğlunun aşçı arkadaşıyla bir ilişki yaşamaya başlayınca kendini yeni bir dünyanın içinde bulur.

Bu Hafta Gösterimde - Cadılar Zamanı

14 Ocak 2011
14. yüzyılda Kara Veba'nın yayıldığı dönemlerde, cadı olduğundan ve hastalığı yaydığından şüphelenilen bir kızın taşınmasına yardım eden şövalye Behman (Nicholas Cage)'ın macerasını anlatılmakta.

Bu Hafta Gösterimde - Aşk Sarhoşu

14 Ocak 2011

Anne Hathaway'in canlandırdığı Maggie karakteri, özgür ruhlu bir genç kadındır. Kolay kolay kimseye bağlanmayan bu kadının, karşı konulmaz bir cazibeye sahip olan Jamie ile karşılaştığında ona aşık olacağını kimse tahmin etmemiştir. Jamie ise, tıbbi ilaç pazarlaması yapan ve bunu yaparken de kadınlar üzerindeki çekim gücünü kullanmaktan çekinmeyen biridir. Ancak ikisinin ilişkisi ilerledikçe ikisi de gerçek bir ilaçla karşılaşır: aşk...

Bu Hafta Gösterimde - Kağıt

14 Ocak 2011
Emrah, ilk sinema filmini çekmeye çalışmaktadır. Babası Mehdi Bey, Emrah’ın eczacı olacağına inanıyordur. Arkadaşları ve annesi Şahane Hanım’ın da desteğiyle para bulan Emrah’ın karşısına bürokrasinin çarkları çıkar. Hayalleriyle Emrah arasında sansür kurulu başkanı Müzeyyen Hanım’dan alacağı son bir imza kalmıştır. Ama bu kolay olmayacaktır. Resmi otoritenin karşısına dikilen Emrah’ı hiç de hoş olmayan gelişmeler bekler.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Renklenen Yaşamlar:Pleasantville



David, siyah beyaz bir dizi olan Pleasantville hayranıdır. Dizinin bütün bölümlerini ezbere bilir. Okulun ineklerinden olan David’in kız arkadaşı yoktur ve pasif bir çocuktur. Kızkardeşi Jennifer ise, okulla alakası olmayan okulun havalılardandır. Okulun yakışıklı ve popüler erkeğiyle güzel bir akşam geçirmeyi planlamaktadır. David ise o akşam Pleasantville yarışmasını seyretmek istiyordur. Kumanda yüzünden kavga ederler ve bir anda kendilerini Pleasantville’in içinde bulurlar.

Pleasantville, 1950 lerde geçen, her şeyin siyah beyaz olduğu bir yerdir. Hatta ne olduklarını anlamadan, içine düşen David ve Jennifer bile siyah beyazdır. Pleasantville’de yağmur yağmaz, kitaplar boştur, müzik yoktur, seks yoktur, yangın çıkmaz, itfaiyenin görevi kedi kurtarmaktır. Her şey aksesuardır, her şey düzgündür ve hiçbir değişiklik olmaz. Ta ki David ve Jennifer Plesantville’den içeri girene kadar.

Baştan uyum sağlamaya çalışsalarda, Jennifer bu uyum sağlamaktan sıkılır ve ilk devrimini cinsel devrimle yapar. Bu ilk devrimden sonra her şey değişmeye başlar.

Peki bu değişime, konformist bir yaşam yaşayan,hiçbir şeyi sorgulamayan, kurallarla dolu bir yaşam süren halk alışabilecek midir?

Yönetmen: Gary Ross
Senaryo: Gary Ross
Oyuncular: Tobey Maguire (David), Reese Witherspoon (Jennifer), William H. Macy (George Parker), Joan Allen (Betty Parker), Jeff Daniels (Bill Johnson), J.T. Walsh (Big Bob)

Oktapodi

2009 En iyi Kısa Animasyon dalında ödül alan film

6 Ocak 2011 Perşembe

Film Kulübü


"Eğitim hakkında tek bildiğim şu: insanoğlunun şimdiye kadar karşılaştığı en büyük ve en önemli güçlük,çocukları nasıl yetiştirilmesi ve eğitilmesi gerektiği meselesidir" demiş Montaigne.

David Gilmour'da  okumak istemeyen oğluna reddemeyeceği bir teklif yapıyor. "Okul yok, iş yok, sorumluluk yok. Sadece haftada üç film izlenecek."

Oğlunun okulu bırakmasına izin veren –birlikte haftada üç film seyretmek şartıyla- bir babanın gerçek hikayesi.

'New York Times Book Review' Editörün Seçimi

Chicago Tribune Yılın En İyi Anı-Romanları seçkisinde

Cilasız, samimi, içe işleyen bir baba oğul portresi.Gönülçelen." Newsweek

"Bu kitap anlamlı, derin, değerli... samimiyeti ile büyülüyor." Globe and Mail

"Gilmour cesur bir yazar ve cesur bir baba." National Post

Sıra dışı bir anlaşmaydı: Jesse okulu bırakabilirdi, bütün gün uyuyabilirdi, çalışmasına ya da kira ödemesine gerek yoktu...ama karşılığında haftada üç film seyretmesi gerekiyordu... babasının seçtiği üç filmi.

Baba oğul haftalarca yan yana oturup Çılgın Romantik'ten Rıhtımlar Üstünde'ye, Temel İçgüdü'den Tatlı Hayat'a, gelmiş geçmiş en iyi (ve bazen de en kötü) filmleri izlerler. Filmler sayesinde hayattan konuşurlar... kızlardan, müzikten, kalp acısından, işten, uyuşturuculardan ve dostluktan bahsederler. Oğul giderek kaotik bir ergenden özgüvenli genç bir yetişkine dönüşür, ama Film Kulübü biraz mutlu biraz buruk, kaçınılmaz bir sona yaklaşırken, Jesse babasını bile şaşırtan bir seçim yapar...

FİLM KULÜBÜ insanı derinden etkileyen bir kitap. Samimi, dobra ve dokunaklı; bir adamın sevgili oğluna yetişkinliğe geçişin çetrefilli yollarında kılavuzluk etme çabasının gerçek öyküsü. 

A ay


"Birdenbire!Her şey pespayeleşti.Birdenbire pespayeleşti.Birdenbire. Pespayeleşmişti.Kumsaldaki gezintiden bu yana.Daha önceki gibi değil.Eller, kendi şekillerinde taşlaştı.Ay çürüdü. Ve kalan her şey...tek bir çizginin üzerine çekildi. Tüm nesneler.O... o kaldı.Sadece o. Büyüyen korku kaldı"

“sen gördün.göresin diye çağırdım seni.
annemi gör diye, gör diye! ne diye bunca zahmet?

göstermek daha mı önemli? her gördüğünü gösterebiliyor musun?

söylesene! her gördüğünü gösterebiliyor musun?

rüyalarının fotoğrafını çekebiliyor musun? ışığın yetiyor mu? netliğini ayarlayabiliyor musun? görmeyi, sadece görmeyi biliyor musun?

hem ne göstereceksin? haberleşmek için mi? kimlerle? kendinle habersiz kaldın mı hiç?
gösterilemeyen şeyler görüyorum hep.

gör sadece gör! Ne olursun, o fotoğraflara sadece görmek için bak.

görüyor musun? görüyor musun Nuran? annemi görüyor musun?”